26 Aralık 2024 Perşembe


Emma Bovary, taşra doktoru Charles Bovary ile evlendikten sonra hayallerindeki romantik ve tutkulu hayatı bulamaz. Gençlik yıllarında okuduğu romantik kitaplar, ona ihtişamlı bir yaşam arzusu aşılamıştır. Ancak taşradaki sade ve sıkıcı hayat, onun bu beklentilerini karşılayamaz.

Emma, bu boşluğu doldurmak için lüks hayaller, pahalı eşyalar ve yasak aşklara yönelir. Ancak her seferinde daha büyük hayal kırıklıkları yaşar. İlk başta Rodolphe adlı bir adamla tutkulu bir ilişkiye girer, ardından Léon adında bir gençle yakınlaşır. Ancak her iki ilişkisi de beklediği gibi sonuçlanmaz. Bu arada, maddi sıkıntıları büyür; borçları kontrol edilemez hale gelir.

Sonunda, hayallerinin altında ezilen Emma, hem duygusal hem de maddi olarak tükenir. Çaresizce içine düştüğü bu girdaptan kurtulamaz ve trajik bir sonla hayatına son verir. Charles, karısının ölümünden sonra onun aşk ilişkilerini öğrenir ve büyük bir üzüntüyle ölür.

Roman, insanın hayalleriyle gerçekler arasındaki çatışmasını, toplumun ikiyüzlü ahlak anlayışını ve bireylerin hırslarının yarattığı trajedileri işler. Emma Bovary'nin hikayesi, yalnızca bir bireyin trajedisi değil, aynı zamanda 19. yüzyıl taşra burjuvazisinin yüzeyselliğini eleştiren bir toplumsal taşlamadır.

Flaubert’in ünlü sözü “Madam Bovary benim,” romanın sadece Emma’nın değil, insan ruhunun evrensel çelişkilerini anlattığını gösterir.

Roman, yayımlandığı dönemde ahlaka aykırı olduğu gerekçesiyle büyük bir tartışma yaratmıştır. Ancak günümüzde, modern bireyin hayal kırıklıklarını, toplumsal beklentilere karşı duyulan rahatsızlığı ve içsel boşluğu anlamak için klasik bir başvuru kaynağı olarak görülmektedir.

Flaubert’in dili ve anlatım tarzı, eserin en güçlü yanlarından biridir. Gerçekçi betimlemeler, derin psikolojik çözümlemeler ve tarafsız bir anlatıcı bakış açısı, Madam Bovary’yi edebiyat dünyasında eşsiz kılar. Flaubert, ünlü bir şekilde “Madam Bovary benim” diyerek, Emma’nın içsel dünyasını derin bir empatiyle yansıtmıştır.


 

22 Aralık 2024 Pazar

Solace (2016 Movie) – Official Trailer




Merhamet mi, Cinayet mi?" (Orijinal adı: "Solace"), 2015 yapımı bir Amerikan gizem-gerilim filmidir. Yönetmenliğini Afonso Poyart'ın üstlendiği filmin başrollerinde Anthony Hopkins, Colin Farrell, Jeffrey Dean Morgan ve Abbie Cornish yer almaktadır.

Film, kızının ölümünden sonra inzivaya çekilen ve psişik yeteneklere sahip Dr. John Clancy'nin (Anthony Hopkins), FBI ajanları Joe Merriwether (Jeffrey Dean Morgan) ve Katherine Cowles'ın (Abbie Cornish) çözmeye çalıştığı bir seri cinayet davasında onlara yardımcı olmasını konu alır. Clancy, katilin da kendisi gibi psişik yeteneklere sahip olduğunu keşfeder ve bu katil Charles Ambrose'u (Colin Farrell) durdurmak için yeteneklerini kullanmak zorunda kalır.

Film, özellikle Anthony Hopkins ve Colin Farrell'ın performanslarıyla dikkat çekmektedir. Hopkins, derinlikli ve karmaşık bir karakter olan Dr. Clancy'yi başarılı bir şekilde canlandırırken, Farrell da zeki ve tehlikeli bir seri katil olan Ambrose rolünde etkileyici bir performans sergilemektedir.

"Merhamet mi, Cinayet mi?", psişik güçler ve ahlaki ikilemler etrafında dönen hikayesiyle izleyiciyi düşündürmeyi amaçlayan bir yapım olarak değerlendirilebilir. Gerilim ve gizem türlerini seven izleyiciler için ilgi çekici bir seçenek olabilir.

20 Aralık 2024 Cuma

Kabin Bagajı | Resmi Fragman | Netflix

Carry-On (2024) Film Yorumu

Yönetmen: Jaume Collet-Serra
Tür: Gerilim, Aksiyon
Başroller: Taron Egerton, Jason Bateman

Konu:
"Carry-On," tatil sezonunda yaşanan nefes kesici bir olay etrafında şekilleniyor. Taron Egerton'ın canlandırdığı TSA ajanı Ethan Kopek, bir terörist tarafından şantajla tehdit edilir. Ethan, güvenlik prosedürlerini çiğneyerek tehlikeli bir paketi havaalanı güvenliğinden geçirmeye zorlanır. Bu zor karar, hem kendi vicdanıyla hem de sevdiklerinin güvenliğiyle ilgili karmaşık bir mücadeleye yol açar.

Yorum:
Film, Jaume Collet-Serra'nın gerilim ve aksiyon türündeki ustalığını yansıtan etkileyici bir yapım. "Carry-On," modern güvenlik sistemlerinin kusurları üzerinden hem psikolojik hem de fiziksel bir hayatta kalma hikâyesi sunuyor. Taron Egerton, Ethan karakterinde hem zayıflıklarını hem de kararlılığını güçlü bir şekilde ortaya koyarak izleyiciyi karakterle bağ kurmaya davet ediyor.

Jason Bateman'ın antagonist rolündeki performansı da dikkat çekici. Hikâyeye tehditkar bir dinamizm katarken, senaryonun tansiyonunu sürekli yüksek tutuyor. Filmdeki aksiyon sahneleri ve Ethan’ın zamanla yarışan mücadelesi oldukça iyi işlenmiş.

Bununla birlikte, bazı izleyiciler için hikâyenin temposu ve yan karakterlerin derinlik eksikliği eleştiri konusu olabilir. Ancak, film genel olarak sürükleyici bir anlatım sunarak Netflix yapımları arasında yılın dikkat çeken projelerinden biri olmayı başarıyor.

Sonuç:
"Carry-On," aksiyon ve gerilimi bir arada sunan, duygusal yönüyle de etkileyici bir hikâye. Taron Egerton hayranları için kaçırılmayacak bir yapım.

13 Aralık 2024 Cuma

 

        ADIM YOK

Güvendiğim dağlara kar yağmaz benim,

Çünkü dağ da benim, kar da benim.

Acıtana acıtmayı istemesem de,

Bu ara acırken acıtanlarla iç içeyim.

Ben öksüzüm, ben yetimim,

Çoğu zaman kimsesizim.

Bedenimdeki izlerini zaman silemezken,

Yüreğimdeki çentiklerine gülümserim.

Tekinsiz yollarda yürürken,

Yüreğin ağzında pusulanı ararken,

Bana ait olmayan kanlı ellerimle,

Ellerini tutan benim.

Taşıyamadığım yükleri bir bir sırtıma alırken,

Altında ezilsem de dimdik yürüyenim.

Aldığın her nefesi bilirim,

Gözünü açtığın her sabahı sayan benim.

Yıkılsan da, düşsen de, yok olsan da,

Vazgeçip uzaklara kaçsan da,

Bilmediğim bir dilde konuşsan da,

Yanındayım, yaverinim, peşindeyim.


Ben kim miyim?..

Adım yok benim...

Ben anneyim.


7 Aralık 2024 Cumartesi

Robin Sharma'nın Ferrarisini Satan Bilge kitabı, modern hayatın karmaşasında anlam arayan bireyler için oldukça etkileyici ve ilham verici bir eser. Kitap, başarı, mutluluk ve anlam arasında kaybolan bir avukatın hayatını sadeleştirerek, iç huzurunu bulma yolculuğunu anlatıyor.

Kitabın ana teması, maddi başarıların ruhsal tatmin getirmediği ve gerçek mutluluğun, manevi değerler ile yaşamın özüne dönmekle mümkün olduğudur. Sharma, hayatı derinlemesine sorgularken okura pek çok değerli öğreti sunuyor: anda kalmak, meditasyon yapmak, hedef belirlemek ve yaşamın her anını farkındalıkla yaşamak.

Kişisel olarak, kitap, modern hayatın bizi sürüklediği hızlı tempoya bir dur demek ve kendimize dönmek için bir rehber gibi hissettiriyor. Ancak, bazı okuyucular için kitabın öğüt verici ve didaktik tonu yorucu gelebilir. Ayrıca, anlatımın biraz fazla idealist olduğu düşünülebilir. Yine de kitabın sunduğu basit ama etkili öneriler, pratik hayatta uygulanabilir ve dönüşüm yaratabilecek nitelikte.

Eğer hayatında bir değişiklik yapmak, anlam arayışına çıkmak istiyorsanız, Ferrarisini Satan Bilge bu yolculukta size rehberlik edebilir. Ancak, önerileri hayata geçirmek için sadece okumak değil, disiplinle uygulamak gerektiğini unutmamak önemli.

 

5 Aralık 2024 Perşembe

Tolstoy’un Diriliş romanı, bireysel vicdanın uyanışı ve toplumun ahlaki yozlaşmasına karşı güçlü bir eleştiri sunuyor. Romanın ana karakteri Dimitri Nehludov, bir zamanlar sevdiği ancak daha sonra terk ettiği köylü kızı Katyuşa Maslova’yla yıllar sonra bir mahkeme salonunda karşılaşır. Katyuşa, cinayete teşebbüsle suçlanan bir hayat kadınıdır. Nehludov, onu bu yola iten kişinin kendisi olduğunu fark ederek derin bir vicdan azabı çeker. Onun bu karşılaşma sonrası yaşadığı içsel dönüşüm, romanın temelini oluşturur.

Detaylı Konu ve Temalar:

Nehludov’un hikâyesi, insanın kendi hatalarıyla yüzleşmesini ve bunları telafi etme çabasını anlatırken, aynı zamanda toplumsal adalet sisteminin çarpıklığını ve insan hayatının değersizleştirilişini eleştirir. Katyuşa’nın yargılanması ve suçsuz olmasına rağmen ağır bir cezaya çarptırılması, Tolstoy’un dönemin hukuk sistemine yönelttiği sert eleştirilerin bir yansımasıdır.

Nehludov, Katyuşa’nın masumiyetini kanıtlamak ve hayatını yeniden inşa etmesine yardımcı olmak için bir yolculuğa çıkar. Ancak bu yolculuk, sadece fiziksel bir süreç değildir; Nehludov aynı zamanda manevi bir arınma ve kendini keşfetme süreci yaşar. Bir yandan Katyuşa’yı kurtarmaya çalışırken, bir yandan da kendi içindeki bencillikle, toplumsal statüsüyle ve ahlaki değerleriyle yüzleşir. Tolstoy, Nehludov’un bu dönüşümü üzerinden, insan ruhunun iyiliğe olan eğilimini ve değişime olan potansiyelini gözler önüne serer.

Tolstoy’un Eleştirileri:

Tolstoy, roman boyunca kilisenin, devletin ve sınıf ayrımlarının çürümüş yapısını gözler önüne serer. Zenginlerin sefahat içindeki yaşamı ve yoksulların çektiği acılar, hem Nehludov’un hem de okuyucunun gözünden acımasızca ortaya konur. Tolstoy, sadece toplumsal düzeni eleştirmekle kalmaz; bireyin kendi vicdanını ve ahlaki sorumluluğunu da sorgular.

Romanın Etkisi:

Diriliş, yalnızca Nehludov’un hikâyesini anlatmaz; aynı zamanda okuyucunun da kendi değerlerini ve seçimlerini sorgulamasını sağlar. Katyuşa’nın başına gelenler ve Nehludov’un dönüşümü, insana kendini ve çevresini değiştirme gücü olduğunu hatırlatır. Roman, Tolstoy’un insanlık ve ahlak konusundaki derin görüşlerini aktarırken, okuyucuyu da bu büyük sorgulamaya dahil eder.

Genel Değerlendirme:

Tolstoy’un sade ama çarpıcı anlatımı, Diriliş’i hem bireysel bir vicdan hikayesi hem de güçlü bir toplumsal eleştiri olarak öne çıkarıyor. Roman, insanın hatalarından ders çıkararak yeniden doğabileceğini, ancak bunun için cesaret ve fedakârlık gerektiğini gösteriyor. Eğer insan ruhunun karmaşıklığını ve toplumsal adaletsizlikleri derinlemesine keşfetmek isterseniz, bu eser size unutulmaz bir deneyim sunacak.


 

İnci (The Pearl), John Steinbeck’in en bilinen ve en etkili eserlerinden biridir. Bu kısa ama yoğun roman, yoksulluğun, hırsın, toplumsal baskının ve insanın içsel çatışmalarının derinlemesine bir incelemesidir. Steinbeck, bu eserinde insan doğasının karanlık yönlerini ve birey ile toplum arasındaki çatışmayı keşfeder.

Konu ve Temalar:

İnci, Meksika'da bir köyde yaşayan balıkçı Kino'nun hikayesini anlatır. Kino, bir gün okyanusta büyük bir inci bulur. Bu inci, başta kendisine ve ailesine daha iyi bir hayat vaat eder. Ancak inci, Kino’nun ve köyün hayatını felakete sürükler. İnci bulunduktan sonra Kino, hem maddi hem de manevi olarak büyük bir değişim geçirir. Eser, Kino’nun ve ailesinin yaşadığı dönüşüm üzerinden yoksulluk, hırs, ahlaki değerler ve toplumsal eşitsizlik gibi evrensel temaları işler.

Steinbeck, bu kitabında "inci"yi sembolik bir öğe olarak kullanır. İnci başlangıçta bir umut sembolü olarak ortaya çıkar. Ancak zamanla Kino'nun içindeki hırsı ve güce duyduğu bağımlılığı açığa çıkararak, onu moral ve etik olarak zayıflatır. Kino, inciyi almakla bir nevi toplumun hiyerarşisini alt üst etmeyi, kendini daha değerli bir insan olarak hissetmeyi umar. Ancak, inci onu kayıplara, cinayete ve nihayetinde daha büyük bir yıkıma götürür. İnci, hem maddi hem manevi olarak hayatı altüst eder, çünkü Kino’nun içindeki hırs, açgözlülük ve insan ilişkilerini göz ardı etme arzusunu alevlendirir.

Kino’nun Dönüşümü:

Kino’nun karakteri, eser boyunca bir dizi içsel ve dışsal değişim yaşar. Başlangıçta, o sadece ailesini korumak ve onlara daha iyi bir hayat sağlamak isteyen bir babadır. Kino’nun karısı Juana, bu değişime ilk başta şüpheyle yaklaşır. Juana, inciyi bir tehdit olarak görür ve sürekli olarak inciyi atmayı önerir. Ancak Kino, onun değerini anlamaya başlar ve inciyi elde etmek için daha fazla mücadele eder.

Kino’nun dönüşümünde önemli bir diğer faktör, onun çevresinin ve toplumunun ona yaklaşımıdır. Köydeki insanlar, Kino’yu ve onun inciyi bulmasını kutlarlar, ancak bir süre sonra bu kutlamalar yerini haset ve çekişmelere bırakır. Kino, sadece maddi anlamda değil, aynı zamanda insanlara olan güvenini kaybederek de bir dönüşüm geçirir. Bu dönüşüm, onu içsel bir karanlığa sürükler ve sonunda, inciyi elde etmenin bir bedeli olduğunu fark eder.

Ahlaki Sorular ve İnsan Doğası:

Steinbeck, bu romanla yalnızca bireysel bir dramayı anlatmakla kalmaz, aynı zamanda insan doğasının karanlık yönlerini ve bu yönlerin toplumsal ilişkiler üzerindeki etkilerini sorgular. Kino’nun yaşadığı içsel çatışma, toplumun ona biçtiği rol ve bu role karşı geliştirdiği tutum ile derinleştikçe, eserdeki ana soru şu hale gelir: İnsan ne kadar ileri gitmeli ve ne pahasına? İnciye duyulan arzu, Kino’yu, ailesini ve toplumunu yok olma noktasına getirir. Burada Steinbeck, maddiyatın ve açgözlülüğün insan hayatını nasıl yıkabileceğini gösterirken, aynı zamanda bireyin bu yıkımdan nasıl dersler çıkarabileceğini de sorgular.

Roman, aynı zamanda toplumsal adaletsizlik ve eşitsizlik üzerine güçlü bir eleştiridir. Kino, sadece kendi hayatını değil, tüm toplumun yaşamını değiştirebilecek bir fırsatla karşı karşıyadır, ancak bu fırsat ona yıkımdan başka bir şey getirmez. Steinbeck, yoksulluğun ve eşitsizliğin insanı nasıl çıkmazlara sürükleyebileceğini gösterirken, hırsın ve sahip olma arzusunun toplumsal yapıyı nasıl daha karmaşık hale getirdiğini de ortaya koyar.

Sembolizm:

İnci romanında sembolizm çok güçlüdür. İnci, ilk bakışta sadece bir değerli taş gibi görünse de, aslında çok daha derin bir anlam taşır. İnci, insanların arzularının, hayallerinin ve umutsuzluklarının bir sembolüdür. Bu sembolün, Kino’nun yaşamındaki yıkıcı etkisi, toplumun yapısal eşitsizliğini, açgözlülüğü ve insan doğasının karanlık yönlerini yansıtır.

Kino’nun, inciyi koruma çabası ve ardından gelen cinayet, Steinbeck’in insanın kendisine ve çevresine yabancılaşmasını anlatan bir metafor olarak işlenir. Kino’nun, inciyi koruma adına katlandığı zorluklar, toplumun ve bireyin sınırlarını aşma çabasının trajik sonuçlarını gözler önüne serer.

Sonuç:

Sonuç olarak, İnci, kısa ama derinlemesine bir roman olup, yoksulluk, hırs, toplumsal eşitsizlik ve insanın içsel çatışmalarını merkeze alır. Steinbeck, bu eserde insanın sahip olma arzusunun ve toplumsal eşitsizliğin insanlar üzerindeki yıkıcı etkilerini güçlü bir şekilde işler. Kino’nun içsel dönüşümü ve yaşadığı trajedi, insana dair evrensel bir hikaye sunar. Bu eser, insan doğasının karanlık yönlerini, toplumsal baskıları ve bireyin içsel mücadelesini keşfederken, aynı zamanda moral ve etik değerlerin önemini de vurgular.

 

1 Aralık 2024 Pazar


                                              

                  SESSİZ ÇIĞLIKLARIM

 Umut çiçeklerimi serdim boylu boyunca yollarıma. Bir yol var önümde, bazen rüzgarıyla savrulan yapraklar, bazen tozuyla bulanık. İster yürür geçerim değmeden, ister ezer geçerim tekerleklerimle üstünden. Adımlarımın izi bende saklı, rüzgarın taşıdığı ise size kalmış. Yol benim, keyif benim, kime ne...

Doğru bildiklerimi yanlış yaparım bazen. Belki doğru nedir bilmem, belki de sadece bilmek istemem. Taşladıklarımı tabu yapar, sonra önünde eğilirim. Çelişki mi bu? Belki. Ama çelişkim de benim. Keyfi benim, kime ne...

Çığlıklarım içimde yankılanır, sessizliğim size dair. Duymak ister misiniz? Belki. Ama duysanız ne olur, duymasanız ne olur? Sessizliğin hükmü bende saklı, kelimelerim size uzak. Kararlarım arafta, geçmiş ile gelecek arasında sıkışmış bir ipte dengemi arıyorum. Dengem de benim yüküm. Kime ne...

İçimdeki beş benle sohbet ederim. Her biri ayrı bir benlik, ayrı bir hikaye. İbre bir yukarı, bir aşağı kayar. Yukarısı allı turna, kanat çırpar durmadan; aşağısı sessiz sazlık, içime fısıldar. Hangisini seçerim? Kim bilir. Belki her ikisi, belki hiçbiri. Seçimlerim de benim, kime ne...

Belki bugün değil, belki yarın da değil ama elbet basacağım o tozlu toprağa. Akıttığım her gözyaşının altında savaş boyaları gözükmekte. Hayat dediğin bu; zaman seni yorar, yollar seni sürükler. İşte o vakit keser mi dönecek, devran mı dönecek? Belki de ikisi birden. Ama zamanı geldiğinde, sonuç ne olursa olsun, bu benim hikayem. Kime ne...

Ben bir asi ruh, dağların esintisi, rüzgarın türküsü. Güneşin altında kavrulan toprak gibi sabırlıyım, ama yağmurların taşıdığı sel gibi de taşkınım. Ellerimde yıldızların tozu, ay ışığı omzumda hırka. Dikenli yollardan geçerim, yaralanır ama durmam. İster dağ başında yankılanırım, ister vadilerde susarım. Sesim benim, türküm benim, kime ne...

Ben bir gökçe kızıyım, yaralarımdan filizler büyüten. Rüzgar savurdu beni, düşürdü sert kayalıklara. İçimdeki kırıklar milim milim inletir. Dizlerimdeki yaralar, yüreğimdeki izler hepsi bende saklı. Ama her yaradan bir çiçek açar, her iz yeni bir hikaye yazar. Ağladım, düştüm, sustum belki. Ama şimdi avuçlarıma güneşi koyuyorum, içimde usul usul bir iyilik taşıyorum. İster beni görürsünüz, ister görmezsiniz. İyileşmek benim, dönüşüm benim, kime ne...