Lisa Gray’ın eserleri, benim için adeta bir akıl oyunları labirenti gibi. Her sayfasında, okuyucuya sadece bir gizem değil, aynı zamanda karakterlerin karmaşık psikolojik yapıları da sunuluyor. Jessica Shaw karakteri, bana güçlü ve bağımsız olmanın ne demek olduğunu hatırlatıyor. Kendi zayıflıklarıyla yüzleşen ama yine de mücadeleden vazgeçmeyen biri.
Gray’ın yazım tarzında en çok takdir ettiğim şey, hikayelerin öngörülemezliği. Bir dedektif hikayesinden daha fazlasını alıyorsunuz; insan doğasının karanlık köşelerine bir yolculuk yapıyorsunuz. Her bir detay dikkatlice işlenmiş ve bu, olay örgüsünü daha da zenginleştiriyor. Beni en çok etkileyen şey, hikayelerin sonunda sadece olayın çözülmesi değil, aynı zamanda karakterlerin bir şekilde gelişmiş ya da değişmiş olmaları.
Gray, okuyucusunu hiçbir zaman hafife almıyor. Beklenmedik dönüşlerle dolu hikayeler, zihinsel bir meydan okuma sunuyor ve bu da kitabı bitirdiğimde kendimi tatmin olmuş hissetmeme neden oluyor. Ama belki de en önemlisi, Gray’ın hikayelerinde bir tür karanlık umut var. Her şeyin çözülmediği, her karakterin tamamen iyileşmediği ama yine de bir ilerleme kaydedildiği bir umut. Bu bana, hayatın her zaman mükemmel olmadığı ama yine de devam etmeye değer olduğunu hatırlatıyor.
Gray’ın kitaplarını okurken, bir yazarın okuyucusunu nasıl derinden etkileyebileceğine bir kez daha tanıklık ediyorum. Onun dünyasında kaybolmak, benim için her zaman büyüleyici bir deneyim.
Kitap üzerine odaklanırsak da sevdiğim kalemin iyi yorum almış romanlarının en ünlüsü olsa da polisiye severlerin basit olarak tanımlayabileceği bir hikaye diyebilirim.
Beğenmedim mi kesinlikle hayır, tavsiye de ederim. Lakin çok keskin bir polisiye beklemeyin derim.
Keyifli okumalar.......
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder