Ancak, Ridley Scott'ın bu devam filminde, "Kuzuların Sessizliği"ndeki gibi gerilim dolu, psikolojik bir savaş yerine daha fazla grotesk ve şoke edici sahneye odaklanıldığını hissettim. Özellikle beyin sahnesi gibi anlar beni biraz rahatsız etti, ama aynı zamanda bu tür filmlerin sınırları zorlaması gerektiğini de düşündüm. Beni bu sahnelerin ötesinde asıl etkileyen, filmdeki görsel estetik oldu. Özellikle Floransa’daki atmosfer ve mekanlar o kadar görkemliydi ki, film bir anda sanat eserine dönüştü.
Julianne Moore'un Clarice Starling olarak performansına gelince, yetenekli bir oyuncu olmasına rağmen Jodie Foster'ın yerini doldurması zordu. Foster’ın Starling’ine daha çok bağlanmıştım; onun naif ama kararlı karakteri, Lecter’la olan ilişkisini daha ilginç kılıyordu. Moore’un yorumu ise biraz daha soğuk ve mesafeliydi, bu da iki karakter arasındaki dinamiği biraz zayıflatmıştı.
Filmin genel tonunu biraz fazlasıyla şiddete dayalı bulduğumu söylemeliyim. İlk filmdeki gerilimi ve psikolojik oyunları özledim. Ancak, “Hannibal” bu türün meraklıları için farklı bir tat sunuyor; daha grotesk ve daha stilize bir deneyim. Lecter’ın hayranları için görsel bir şölen ama selefinin derinliğini bulmak zor.
Sonuçta, film benim için etkileyici ve karanlık bir masal gibi, ama ilk filmin o benzersiz psikolojik yoğunluğunu yakalayamıyor. Yine de Hopkins’in büyüleyici performansı ve Scott’ın yetkin yönetmenliği sayesinde, filmin kendine has bir cazibesi var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder