4 Mayıs 2025 Pazar


Mutluluk Dediğin Bir Dilim Börekse, Biz Pasta Hayal Ediyoruz

Modern çağ: Herkesin cebinde süper telefonlar, akıllı saatler, kahve bardakları üzerinde yazılı isimler... Ama gel gör ki kimse gerçekten "iyi misin?" diye sormuyor. Mutluluk? Onu da sanki bir aplikasyon gibi sanıyoruz: indir, aç, mutlu ol. Ama gerçek hayatta o iş öyle yürümüyor. Gerçek mutluluk, annenin böreği fırından çıkarıp "ilk sen ye" dediği andadır. 

Küçük mutluluklar... Onlar cepte taşınan umut gibidir. Mesela sabah kahveni dökmeden masaya ulaştırmak. Ya da uzun süredir görmediğin arkadaşından gelen “özledim” mesajı. Bunlar minik şeyler gibi görünür ama psikolojik bakımdan kocaman sarılmalardır. Düşünsene; bazı insanlar ayda üç kez yoga yapıp, kendini evrenle hizaya sokmaya çalışırken, sen sırf otobüs şoförü seni bekledi diye gün boyu neşelisin. Bu farkı ciddiye al!

Sosyal medya algoritmaları "bunu da beğen", "şunu da satın al" diye çırpınırken, biz kendimizi kaybediyoruz. Dert değil, zaten gün sonunda ruhumuzu filtreleyemiyoruz. Ama bazen küçük bir şey oluyor: Bankta otururken yanına bir kedi gelip başını bacağınıza koyuyor. İşte orada, içinden bir ses diyor ki “Hah! Bu kadardı aslında…”

İtiraf edelim, çoğumuz büyük mutlulukların peşinde helak oluyoruz. Dünya turu yapayım, yeni araba alayım, en iyi restoranda rezervasyonum olsun… Oysa hayat, o çılgın planları yaparken bir gün hiç hesapta yokken gelen sıcacık sarılmadır. En pahalı saat bile o sarılmanın verdiği huzuru veremez. (Verirse o saat değil, terapi cihazıdır zaten.)

Bir de şu gerçek var: Mutluluğun garantisi yok. Kimse "mutluluk sigortası" yapmıyor. Ama küçük mutluluklar, sanki hayatın gizli teminatıdır. İçtiğin çayın tam kıvamında olması, gün içinde birinin sana yol vermesi, markette kasiyerin “bugün çok güler yüzlüsünüz” demesi… Bunlar, büyük mucizelere gerek kalmadan insanın ruhuna su serpiyor.

Peki biz ne yapıyoruz? Gözü yukarılara dikiyoruz. Hep bir sonrakine, hep daha fazlasına… Ama unuttuğumuz bir şey var: Hayat, yukarı değil, çevrende olandır. Burnunun dibindeki güzellikleri göremediğinde, Everest’e tırmansan ne yazar?

Bir öneri: Kendine her gün sadece şu soruyu sor. “Bugün beni gülümseten neydi?” Bazen cevap bir tatlı dil, bazen bir eski şarkı, bazen de sadece güneşli bir gün olur. O minicik cevabın, seni gün boyu ayakta tutmaya yettiğini göreceksin. Hatta belki mutlu olduğunu fark etmeden mutlu olacaksın. (İşte bu "profesyonel sevinç" seviyesidir.)

Sonuç olarak, dostum, mutluluğu kovalama. Onunla yan yana yürü. Ayakkabın vurmasın, kalbin yorulmasın. Küçük mutlulukların peşine düş; çünkü büyük mutluluklar, genellikle onların gölgesinde saklıdır. Ve her zaman hatırla: Mutluluk, bir şeyleri beklemek değil, olanı fark etmektir.


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder