Grangé'nin kaleminden çıkan Siyah Kan, karanlık bir psikolojik gerilim ve cinayet hikâyesidir. Roman, gazeteci Marc Dupeyrat'ın, Güneydoğu Asya'da işlediği korkunç cinayetlerle tanınan, hapse girmiş bir seri katil olan Jacques Reverdi ile bağlantıya geçmesiyle başlar. Marc, Reverdi’nin zihnini çözümleyerek onu merkeze alan bir kitap yazmayı planlamaktadır. Ancak işler hiç beklediği gibi gitmez.
Reverdi, cinayetlerinde özel bir yöntem kullanmaktadır: kadınları boğarak öldürmek, bedenlerini oksijen eksikliğinden dolayı “siyah kana” dönüştürmek. Bu eylemler yalnızca öldürme amacı taşımaz, Reverdi için bir tür “sanatsal arayış”tır. Onun için ölüm, bir tür içsel ve kültürel keşiftir. Uyguladığı yöntemler Budist ayinlerinden, Tayland dövüş sanatlarından, mistik ritüellerden izler taşır.
Marc, bu karanlık zihinle derinleşen bir bağ kurar. Başlangıçta onunla röportaj yaparken, zamanla onun mantığına kapılmaya başlar. Reverdi’nin geçmişini, kurbanlarını, yolculuklarını araştırdıkça kendi kişisel sınırlarının da esnediğini fark eder. Yani bir yazarın karakterine duyduğu hayranlık, onu o karakterin yaşamına çekmeye başlar.
Roman boyunca Marc, Asya'nın karanlık ormanlarında, Bangkok'un neon ışıkları altında ve Kamboçya'nın terkedilmiş tapınaklarında Reverdi'nin izini sürer. Ama bu sadece fiziksel bir takip değil; psikolojik bir çöküş ve dönüşüm sürecidir. Grangé, karakterini yavaş yavaş Reverdi’ye benzetir. Kim av, kim avcı, kim katil, kim kurban? Bu sorular netliğini kaybeder.
Roman, şok edici bir finalle biter: Reverdi bir kez daha manipülasyonun ustası olarak ortaya çıkar ve Marc’ın kaderini belirleyecek bir son hazırlamıştır.
Grangé’nin Siyah Kan romanı, klasik bir polisiye ya da dedektiflik hikâyesi değil. Bu roman, karanlığın kendisini anlatıyor. Cinayet yalnızca olay örgüsünün motoru değil; kültürel, dini ve psikolojik göndermelerle yoğrulmuş, felsefi bir tema hâline geliyor. Grangé burada sadece bir katilin peşinden koşmamızı değil, katilin düşünsel dünyasına girmemizi istiyor.
Bazı bölümler gerçekten etkileyici; örneğin Güneydoğu Asya’nın sisli atmosferinde geçen sahneler, insanın içini ürpertiyor. Katilin yöntemleri sıradışı, neredeyse meditatif. Ancak romanın ortalarına doğru kurgu biraz karmaşıklaşıyor. Yazar bazı olayları zorlayarak sürüklemiş hissi veriyor ama bu da Grangé tarzının bir parçası.
Marc’ın dönüşümü bence romanın en güçlü tarafı. İlk başta manipüle ettiğini sandığı kişiye, sonrasında kendisinin ne kadar kapıldığını gördükçe okuyucuda ciddi bir merak ve tedirginlik oluşuyor. Özellikle son sayfalarda artık onun da bir “karanlık figür” olup olmadığını sorguluyorsunuz.
Ancak belirtmem gerekir: Siyah Kan, hassas okuyucular için ağır gelebilir. Detaylı şiddet tasvirleri, saplantılı cinayet yöntemleri ve ahlaki bulanıklık bazı okuyuculara fazla yoğun gelebilir. Bu yönüyle Grangé, klasik polisiye okurlarından ziyade karanlık psikolojik romanlara ilgi duyanları hedef alıyor diyebilirim.
Eğer psikolojik derinlik, doğu mistisizmi, zihinsel dönüşüm ve yoğun gerilim arıyorsanız, Siyah Kan tam size göre.
-
Ancak daha sade, klasik bir dedektif öyküsü arıyorsanız bu roman fazla karanlık ve karmaşık gelebilir.
-
Grangé’nin en karanlık ve felsefi romanlarından biri olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder