29 Ekim 2024 Salı


Jean-Christophe Grangé'nin Ölüler Diyarı, okuyucuyu suç dünyasının karanlık derinliklerine, sanat ve insan doğasının en karanlık köşelerine götüren bir polisiye gerilim romanıdır. Baş karakterimiz Stéphane Corso, Paris polis departmanında çalışan bir dedektiftir. Corso, Paris'te bir dizi vahşi cinayeti araştırırken kendini karmaşık bir olay örgüsünün ortasında bulur. Kurbanlar, Paris'in gece hayatında çalışan striptizcilerden oluşur ve bu cinayetler sanata, özellikle de resim sanatına dair derin semboller içermektedir. Cinayetlerin arkasındaki izleri sürerken Corso, olayların bir ucu ünlü ressam Philippe Sobieski'ye kadar uzandığını fark eder.

Sanat ve Şiddetin İç İçe Geçtiği Bir Olay Örgüsü

Corso'nun karşı karşıya kaldığı cinayetler, sıradan suçlar değil, her biri sanata dair güçlü simgeler ve mesajlar içeren ritüelistik bir yapıya sahiptir. Bu durum, olayları daha karmaşık ve anlaşılmaz hale getirir. Corso, cinayetlerin arkasındaki sanatsal ve sembolik anlamları çözmeye çalışırken sanat ve ölüm kavramlarının birbiriyle nasıl iç içe geçtiğini keşfeder. Burada devreye Philippe Sobieski girer; Sobieski, resimlerinde karanlık ve derin bir simgecilik barındıran, oldukça tuhaf ve ürkütücü bir ressamdır. Sobieski’nin eserlerinde kullandığı semboller, cinayetlerin işlendiği mekanlar ve kurbanların cesetlerinde bıraktığı izler gibi detaylar, okuyucuyu bir sanat eseri içinde ipuçları arayan bir dedektif gibi hissettirir.

Karanlık Bir Geçmiş ve İçsel Çatışmalar

Stéphane Corso, sadece cinayetleri çözmeye çalışırken değil, aynı zamanda kendi içsel çatışmaları ve geçmişindeki karanlıklarla da yüzleşir. Grangé, Corso’yu güçlü ve başarılı bir dedektif olmanın yanı sıra, kişisel sorunları olan ve zaman zaman ahlaki çıkmazlara düşen bir karakter olarak işler. Corso’nun geçmişte yaşadığı travmalar ve kendi içsel şeytanları, hikayenin gidişatını etkileyen önemli unsurlardır. Cinayetler ve bu sanatsal saplantılarla yüzleşirken Corso, bir yandan kendi ruhunun en karanlık yönlerine yolculuk eder.

Paris'in Kasvetli Atmosferinde Sürükleyici Bir Tempo

Grangé'nin betimlemeleri sayesinde Paris'in gece hayatı, kasvetli sokakları, sanat galerileri ve çarpıcı mekanları roman boyunca neredeyse canlı bir karakter gibi hissedilir. Atmosfer, okuyucuyu hikayenin içine çeker ve Paris’in karanlık ve ürkütücü bir yüzünü gözler önüne serer. Yazarın yoğun betimlemeleri, mekanları okurun gözünde canlandırarak daha etkileyici bir okuma deneyimi sunar.

İnce İşlenmiş Bir Gizem ve Şaşırtıcı Dönemeçler

Grangé, hikaye boyunca olay örgüsüne zekice yerleştirdiği ipuçları ve beklenmedik olaylarla okuyucuyu sürekli merakta tutar. Cinayetlerin sebebini anlamaya çalışırken her sayfada yeni bir bilgiyle karşılaşmak, hikayeyi daha derin bir hale getirir. Her bölümde, Grangé'nin okuyucuyu şaşırtmayı başardığı ve tempoyu diri tutan bir yapısı vardır. Sanatın sadece güzellik değil, aynı zamanda şiddet ve karanlık tarafı da içerebileceği fikri, romanın ana temasını oluşturur. Cinayetlerin çözülmesiyle birlikte açığa çıkan sırlar, okura sanat ve insan doğasının sınırlarını sorgulatır.

Genel Değerlendirme

Ölüler Diyarı, polisiye ve psikolojik gerilim türünü sanat ve sembolizmle birleştirerek daha önce Grangé'den alışık olduğumuz karanlık ve derin bir hikaye sunar. Grangé’nin akıcı dili ve ince detaylara verdiği önem, romanın sürükleyiciliğini artırırken, okuyucuyu çözülmesi gereken karmaşık bir yapbozla baş başa bırakır. Sanatın karanlık yüzünü, şiddet ve güzelliğin iç içe geçtiği bir dünyada keşfetmek isteyenler için Ölüler Diyarı son derece etkileyici bir okuma deneyimi sunuyor. Bu roman, okuyucuyu sadece bir polisiye hikayeye değil, aynı zamanda sanatın ve insan doğasının en derin ve rahatsız edici yönlerine doğru bir yolculuğa çıkarıyor.

28 Ekim 2024 Pazartesi


UMUT ÇIKMAZI

Bildik bir yolun başı. İlk adımı attığın an seni karşılayan, havaya karışmış melisa kokusu. Bastığın her taşa aşinalığın yıllardır süregelmiş gibi. Yine de bu defa farklı bir esintisi var rüzgarın. Ait olduğun şehrin dört mevsimi iliklerine işlemişken bu tanımadığın rüzgarların farklılığı ile yürüyorsun. Eski ile yeninin köprüsü, bilinmedik ile keşfin birbirine karışması. Geçtiğin her kapıda görüyorsun o eski bildik hikayelerin rengini. Tanıdık olanın içinde kaybolurken, farklı olan tınıyı da merak ederek yol alıyorsun bu eski arnavut kaldırımında.

Sokağın sessizliği adımlarınla yankılanırken bugünün ve geçmişin seninle yol alıyor. Her kapının hikayesini bilirken bu sefer gözünle görmediğin, elinle dokunmadığın bir yabancılık hissediyorsun. Şehrin seninle büyümüş, değişmiş adeta.

Sağdaki büyük yeşil ev... Eskiden gülümseyerek baktığın o bahçede biliyorsun ki artık sorgulanmamış zihinler büyüdü. Genel geçer kabullere bel bağlamış bir çok hayat filizlendi. Geçmişin izleri usulca zihninde dolaşırken daha bilinçli bakıyorsun etrafına artık. Ahh... Şu mavi kapılı küçük ev. Ne çok severdim rengini. Mutluluğun tanımıydı küçükken bu rengin bana hissettirdiği. Lakin bilmezdim içinde barındırdığı kurşuni tonlarını. Uzaktan hoş gelen tüm o renk, erkek hakimiyetinin tek tonunda sabitlenmişti. Şimdi anlıyorum ki; büyüdüm...

Hatice teyzemin saksılarla dolu penceresinin önü. Bilmezdim neden bu kadar çiçekle hemhal olduğunu. Anlamazdı zihnim neden onlarla olan sohbetinin çeyreğini insanlarla kuramamış olmasını. Kaybının büyüklüğünü kelimelerle anlatılamayacağını öğrendiğimden beri buruk gülümseme ile seyrederim tüm çiçeklerini. Gözlerime yaş dolar anımsadıkça evlat hasretini. Çünkü artık bende bir anneyim.

Ya şu kocaman beyaz kapılı eski Rum köşküne ne demeli. Hep isterdim böyle kocaman bir evde yaşamayı. İçine girip eski ahşap merdivenden çıkınca anladım eskimişliğin gerçek haşmetini. Büyüklüğün değil işlevinin espirisini. Solup çürüyen tahtaların arasında değişime duvar olan fikirlerin nelere sebep olabildiğini.

Ah be Kazım amcam... Ne çok ağrıtırdık başını küçüçük, sevimli bakkal dükkanında. Eski rafların arasında birçok yaramazla olan uğraşıların dün gibi aklımda. Yüzündeki gülümsemeden pay aldığıma sevinirim artık geçmişe bakarken. Naifliğin geziniyor şu mahsun ayakta kalmaya çalışan eski yapıda. Yoldaki bir çok evin hatırası dolarken ruhuma kah gülümseyiş kah kahroluşlarımla adım atıyorum. Hayata yeni başlayan bir çocuğun zihni ile bugünümü harmanlayarak yürüyorum yavaş yavaş. Bir zamanlar sadece oyun oynayıp hayal kurduğum sokaklar zorlukları ve kaçınılmaz değişimi fısıldıyor kulağıma. Hayatın sadece bu sokaktan ibaret olmadığını bildiğim farkındalığımla geçmişime atfediyorum iç çekişlerimi.

Eskinin kokusu geliyor burnuma hafiften sokağın sonuna gelirken. Bakıldığında çıkmaz gibi görünüp yanına gelince alçak tavanlı bir kapı karşılar sizi. Kafamı eğip o kapıdan geçerken dönüp bakarım maziye. Namı diğer Umut Çıkmazına...




24 Ekim 2024 Perşembe

            

Pelin ŞEHİDOĞLU

Sözcükler bir kaç hece lakin bilmezler ki bizim evrenimizde bin bir gece.


       KENDİME GİDEN YOLDA 


Cebimde söylenmemiş sözcüklerle gitmek istemediğim bir hayattan yazıyorum.

Umarsızlığın keskin makası ile beklentilerimi kestiğim gündeyim. Ne yaşım ruhuma eş ne de bendeki umut cüzdanıma beleş. Benim inadıma çare var da; insanlığın bu kör zihniyetini hangi küfeye dökeceğiz?


İllaki anladık; yol ayrı yoldaş ayrı. Ya birlikten doğan kuvvet, işte onu hangi limana demirleyeceğiz? Mutluluğun hiç de ucuz olmadığı bu dünyada, kaç insan bulacağız merhameti cüzdanından kabarık. Yıpratan, yaralayan bir hayatta en çok aradığımız şey değil midir merhamet? Cömertçe tüm nüfusa dağıtılması gerekirken hem incelikli hem azami, bir avuç insanda toplanmıştır sanki. Oysa her birimiz de bir pay almalıydık merhametten.


Yolumuz ayrı düşmüş, yoldaşlarda kayıplar olsa da hiç var olmamış gibi. Ve kalmışsan artık yalnız başına; gerçek yalnızlığın hikayesiyle yolunu kendin bulmak zorunda kalırsın. Gölge arkadaşlıkları es geçip kendi duvarına yaslanıp kendi hikayene doğru yol alırsın. Lakin bilirken birlikte olmanın haşmetini, bu gücü nerede ararsın? Kapılar kapanmış, limanlar dolmuş…


Dünya çok kırıcı ve acımasız. Belki de bu yüzdendir sırt çevirmekte ki acelemiz. Bir savunma mekanizmasıdır. Kendi küçük dünyamızda kalıp az incinmektir tek lüksümüz. Anlaşıldığımız, yaraları sardığımız anları sarmalayıp mı saklasak. Peki bu çabayı kim karşılıksız sunacak?


Hayat akışında saklanmış cevaplarda saklıdır bence tüm aradığımız cevaplar. İnce ince gizlenmiş anlarda, bir bakışta, bir gülümsemede. Birinin varlığıdır bazen tüm soruların cevabı. Durmak gerek anlamak için. Bu anları ya da varlığı hissedebilmek için. Geçip gitmemek, rüzgara kapılmamaktır cevabı bulmanın sırrı.


Taşı tekere vurmakta bir gereklilikse şayet, hayatın sertliğinde de kendine güvenmek gerek. Vururken de taşı tekere, ne kadar sert vurduğundur aslolan. En ufak iyiliğin bile karşılığı beklenirken bu insafsız düzende, pazarlık konusu ise talep ettiğin yardım bile, çıkar gözetilmeden yoldaş olmanın anlamını bulmakta zorlanır insan. Çoğu zaman bir el uzatanı bir inci gibi denizin derinliklerinden bulup çıkarmak gerekir. Ve bunları düşünürken zihnimde hep aynı soruya çıkar fikirlerim. Hep mi böyleydi? İnsanlığın daha sağlam olduğu anlar biz tarafından mı romantize edilmişti ya da içinde yaşadığımız bir yanılsamadan mı ibaretti? Modern yaşamda geri plana atılan merhamet ve dayanışmayı umut listemizin sonuna aldık ister istemez. Geri plana attık. Bir kuşun kanadına bağladık, bir anka kuşunun. Küllerinden doğmasını beklediğimiz, eski zamandan bize ulaşmasını umut ettiğimiz bir varlığın kanadında unuttuk. Peki ya hâlâ karanlıkta bir yerlerde parlıyorsa insanlık için beklediğimiz o muhteşem uyanış. Kör bir tünelde olabilir hala o beklediğimiz vicdan ve birlik ruhu. Tohumlar bir bilinmeyen dehlizde, kapalı bir kesenin içinde keşfedilmeyi bekliyordur.


Penceremin önünde sessizce kahvemi yudumlarken; sonbaharın sabah serinliği her yanımı sararken hala umut etmeyi seçiyorum. Birkaç sabah haricinde sabahıma aydınlık doğmasını seviyorum. Cevapları ararken sorular altında ezilmemeyi tercih ediyorum. Bir lokma ekmek, bir yamalı aba için koşturan insanları seyrederken sıcak bir barınak ve mis kokulu bir kahve lüksümü de yabana atmıyorum. Bu hızla geçen zamana ayak uydurmamak için yavaşlamayı seçtiğim zamanlardan birindeyim. Herkesin gözünün önünde fakat bir o kadar da uzak bir yabancı olmanın keyfini sürüyorum. Kendi içimde kaybolmanın tarif edilemez özgürlüğünü yaşarken bulamadığım büyük cevaplara inat kendi küçük çözümlerime atfediyorum bildik, tatlı, sevimli gülümseyişlerimi.


Dünya acımasız ve yalnız dönüp dururken, kendime yaptığım yolculuğumda yalnız sözcüklerimle ilerliyorum. Ve mutluluk her daim yanı başımda kol gezsin diye elden bırakmadığım inancımı sizle paylaşıyorum…

  •  
  •  
  •  


23 Ekim 2024 Çarşamba


                                          Kendini Bulmak ve Yeniden Doğmak

Hayat, baştan sona bir öğrenme sürecidir. Bu süreç, sadece kitaplardan, derslerden ya da tecrübelerden ibaret değildir; aynı zamanda insanın kendini keşfetme yolculuğudur. Öğrenmek, bilginin peşine düşmekten çok daha derin bir anlam taşır. Aslında, öğrenmek kendini bulmaktır. Her yeni bilgi, her yeni deneyim, insanın iç dünyasında açılan yeni bir pencere gibidir. Bu pencerelerden bakınca, gördüğümüz sadece dış dünya değil, aslında kendi içimizdir.

Bazen hayat karşımıza öyle büyük engeller çıkarır ki, öğrenmenin sadece bir akıl işi olmadığını anlarız. Öğrenmek, yüreğin kabul etmesiyle mümkündür. Kalbimiz, zor anlarda sabırla bekler, yara alır, ama her seferinde yeniden iyileşir. Öğrendiğimiz her şey, bizi biraz daha güçlü kılar, çünkü öğrenmek aynı zamanda kaybetmeyi de öğretir. Bir şeyleri kaybederken, kazanmayı öğreniriz; hatalar yaparken, doğruları bulmayı öğreniriz.

Bir çocuğun gözlerinde öğrenmenin saf mutluluğunu görebilirsiniz. Merakla etrafına bakar, her yeni bilgiyi keşfetmenin verdiği heyecanla dolup taşar. Zaman geçtikçe bu heyecan yerini korkulara ve endişelere bırakabilir, ama öğrenme arzusu asla kaybolmaz. Yetişkin olmak, bir bakıma bu saf öğrenme arzusunu tekrar bulma çabasıdır. Dünyanın zorlukları içinde kaybolduğumuzu hissettiğimizde, öğrenmek bize bir çıkış yolu sunar. Çünkü öğrendikçe, yenileniriz.

Belki de öğrenmenin en büyüleyici yanı, sonunun hiçbir zaman gelmemesidir. Bilgi sınırsızdır, tıpkı insanın iç dünyasının derinlikleri gibi. Her ne kadar öğrendiklerimiz bazen acı verse de, her yeni bilgiyle beraber içimizde bir umut filizlenir. Hayatın her anında, öğrenmenin ışığı bize rehber olur. O ışık bazen çok parlak, bazen sönük olabilir; ama hiç kaybolmaz.

Öğrenmek, kendimizi tanımanın, dünyanın bir parçası olmanın ve her defasında yeniden başlamanın en güzel yoludur. Ne kadar zor olursa olsun, her adımda biraz daha büyür, biraz daha güçleniriz. Öğrendikçe, sadece bilgi değil, cesaret, sabır ve sevgi de kazanırız. Çünkü öğrenmek, aslında hayatta kalmanın ve hayata tutunmanın en derin yoludur.


 

The Illusionist - Sihirbaz Film Fragman


"Sihirbaz" (or "The Illusionist"), 2006 yılında gösterime giren bir drama ve gizem filmidir. Neil Burger'ın yönettiği bu yapım, Steven Millhauser'ın kısa hikayesinden uyarlanmıştır ve başrollerde Edward Norton, Paul Giamatti ve Jessica Biel yer alır.

Film, 19. yüzyılın sonlarında Viyana'da geçer. Edward Norton'ın canlandırdığı Eisenheim adında yetenekli bir sihirbaz, gösterileriyle halkı büyülemenin ötesinde, geçmişte aşık olduğu aristokrat Sophie'yi (Jessica Biel) yeniden kazanmayı amaçlamaktadır. Ancak, Sophie'nin nişanlısı olan Prens Leopold (Rufus Sewell) durumu zorlaştırır ve Eisenheim ile prens arasında bir güç savaşı başlar. Sihirbazın sıradışı yetenekleri ve polis müfettişi Uhl (Paul Giamatti) ile olan zekice mücadelesi, filmin ana çatışma eksenini oluşturur.

Filmin atmosferi oldukça başarılı bir şekilde inşa edilmiştir; özellikle Viktorya dönemi Viyana'sının karanlık ve gizemli havası, seyirciyi içine çeken bir atmosfer sunar. Ayrıca, Eisenheim'in sihir numaralarının büyüleyici görselliği ve zekice kurgulanan hikaye, izleyiciyi sürekli şaşırtan bir tempo oluşturur.

Filmdeki gerilim, yalnızca sihir numaralarından değil, karakterler arası güç mücadelelerinden de kaynaklanır. Norton'ın Eisenheim karakterine kattığı sakin ve soğukkanlı tavır, sihirbazın gizemli doğasını mükemmel bir şekilde yansıtırken, Paul Giamatti'nin karakteri Uhl ise hikayede önemli bir denge unsuru olarak yer alır.

Eleştirel olarak bakıldığında, bazı izleyiciler filmi fazla öngörülebilir bulabilir ya da finaldeki çözümlemeyi beklenmedik bir sürpriz olarak değerlendirmeyebilir. Ancak, filmin sanatsal anlatımı ve başarılı oyunculuk performansları, bu eleştirilerin önüne geçiyor.

"Sihirbaz," sihir ve dramayı birleştiren, görsel ve duygusal olarak tatmin edici bir film. Eğer gizemli hikayeleri, dönem filmlerini ve sihirbaz gösterilerini seviyorsanız, bu film keyif alacağınız bir yapım olabilir.

22 Ekim 2024 Salı

Zamanın Sessiz Tanıkları

Vefa, insanın yüreğinde yankılanan derin bir sadakat hissidir. Zaman geçse de, mesafeler artsa da, vefa bir kez var olmuşsa asla silinmez. O, anılardan beslenen, fedakârlıklarla büyüyen bir bağdır. Ancak her vefanın karşısında, bazen sessizce büyüyen bir gölge vardır: vefasızlık.

Vefasızlık, insanın en çok ihtiyaç duyduğu anda hissedilen o boşluk, o soğuk rüzgârdır. En yakın sandığınız, sizi en zor anlarınızda terk ettiğinde derinlerde bir yerlerde kırılır kalbiniz. Oysa zamanında paylaşılan onca güzellik, verilen sözler, fedakârlıklar vardır. Ama vefasızlık, geçmişi kolayca unutur. Bazen sebepsiz, bazen beklenmedik bir şekilde gelir ve hayal kırıklığı olarak yürekte yer eder.

Vefalı insan, ne olursa olsun bağlarını korur, dostlarını unutmamak için çaba gösterir. Ancak vefasızlık, sessizce gelir ve tüm o bağı koparır. Bir telefon beklerken hiç gelmeyen bir arama, zor zamanlarında yanında olması gereken birinin yokluğu… İşte vefasızlık, böyle derin bir sükûtla kendini hissettirir.

Vefasızlığın yarattığı en büyük acı, beklentilerin boşa çıkmasıdır. Zira insan, bir kez güvenip kalbini açtığında, karşılığında sadakat bulmayı umar. Ama vefasızlık, bu güveni paramparça eder. Geriye, incinmiş anılar ve yarım kalmış dostluklar kalır.

Ve işte o zaman, insan vefanın değerini daha iyi anlar. Vefa, sadece zor günlerde değil, her zaman birine bağlı kalmak, onu hatırlamak ve minnet duymaktır. Vefasızlık ise, tüm bu değerlere sırt çevirmek, geçmişi unutmaktır.

Ama her ne olursa olsun, vefa, insana özgü en güçlü duygulardan biridir. Vefasızlığın izlerini taşımak acı verse de, vefalı bir yürek her zaman kendini toparlar. Çünkü vefalı olmak, bir başkasına değil, öncelikle kendi değerlerine sadık kalmaktır.

Vefa ve vefasızlık… Biri dostlukların, sevginin ve bağlılığın ölümsüz kanıtı, diğeri ise insana en çok acı veren, sessizce gelen bir ihanet. Ama her iki duygu da insanın derinliklerinde saklıdır, ve her insan hayatının bir yerinde bu iki duygunun da izlerini taşır.

 

20 Ekim 2024 Pazar




  1. Labirent: Ölümcül Kaçış (2014)
    İlk film, James Dashner’ın aynı adlı genç yetişkin romanından uyarlanmıştır. Genç kahraman Thomas’ın, diğer gençlerle birlikte devasa bir labirentte uyanmasıyla başlayan hikâye, gizem dolu ve tempolu bir serüven sunuyor. Film, dinamik aksiyon sahneleri, etkileyici labirent tasarımı ve sürekli gerilimle izleyiciyi içine çekiyor. Ancak, karakter gelişimi ve olay örgüsünün derinliği açısından eleştiriler almıştır. Buna rağmen genç yetişkin distopya türü hayranları tarafından beğenilmiştir.

  2. Labirent: Alev Deneyleri (2015)
    Serinin ikinci filmi, ilkine göre daha geniş bir evren sunuyor. Thomas ve arkadaşları bu kez WCKD isimli kötü örgüt tarafından kontrol edilen yeni bir maceraya atılıyorlar. Açık hava sahneleri ve kıyamet sonrası atmosferi, filme daha büyük bir ölçek kazandırıyor. Ancak, roman serisinin hayranları tarafından kitaba bağlılık açısından eleştirilmiş ve bazı olayların gereğinden fazla hızlı geliştiği düşünülmüştür. Yine de aksiyon sahneleri ve heyecanı yüksek tutması filmi izlenebilir kılıyor.

  3. Labirent: Son İsyan (2018)
    Serinin üçüncü ve son filmi, Thomas ve ekibinin WCKD’ye karşı nihai mücadelesini konu alıyor. Bu film, önceki filmlerden daha duygusal ve karanlık bir tona sahip. Serinin en aksiyon dolu filmi olarak görülse de, bazı izleyiciler için olayların hızlı gelişimi ve karakter derinliğinin yeterince ele alınamaması hayal kırıklığı yaratmış olabilir. Ancak, finaliyle seriyi tatmin edici bir şekilde sonuçlandırdığı düşünülmektedir.

Genel Yorum:
Labirent serisi, özellikle genç yetişkin distopya hayranlarına hitap eden aksiyon ve gerilim odaklı bir yapıya sahip. Görsel efektler ve aksiyon sahneleri etkileyici olsa da, karakter gelişimi ve derinlik açısından bazı eksiklikler barındırıyor. Ancak, temposu yüksek ve merak uyandırıcı hikayesiyle eğlenceli bir seyir deneyimi sunuyor.


 

15 Ekim 2024 Salı

Gold - Official Trailer


Gold, iki adamın ıssız bir çölde altın ararken buldukları devasa bir külçenin peşinden gitmesini konu alır. İki adamın çölde buldukları bu dev altın parçasını çıkarmak için plan yapmaları gerekir. Ancak işler planlandığı gibi gitmez ve Zac Efron’un canlandırdığı karakter yalnız başına altının başında beklemek zorunda kalır. Zamanla aşırı sıcak, susuzluk, kum fırtınaları ve vahşi doğa ile mücadele etmeye başlar. Aynı zamanda, diğer tehlikeli unsurlar da devreye girer.
Gold, yoğun atmosferi ve çölün sert koşullarının insan psikolojisi üzerindeki etkilerini keşfeden bir film. İzleyiciye, hayatta kalma temasını derin bir şekilde hissettiren, gerilim ve dram unsurlarını iyi harmanlayan bir yapım olarak öne çıkıyor. Ancak film yavaş temposu nedeniyle herkese hitap etmeyebilir.
Tüm görüntülerde hırpani bir kılıkta oynayan Zac Efron ise ; güneşin balçıkla sıvanmayacağının somut kanıtı gibi 😊


 Jack London’ın Deniz Kurdu (The Sea-Wolf) romanı, bir deniz yolculuğunun gerilim dolu hikâyesiyle derin felsefi tartışmaları birleştirir. Roman, birey ve toplum, güç ve zayıflık, doğa ve insan arasındaki ilişkilere dair keskin gözlemler içerir. Ana karakterlerden biri olan Humphrey Van Weyden, rahat bir hayat süren bir entelektüeldir ve romanın başında bir deniz kazası sonucu “Hayalet” isimli geminin mürettebatına katılmak zorunda kalır. Gemi, acımasız kaptan Wolf Larsen tarafından yönetilmektedir.

Wolf Larsen, kitaptaki en güçlü ve çarpıcı karakterdir. O, fiziksel güce ve zekaya dayalı sert bir hayatta kalma felsefesiyle hareket eder. Larsen, insan doğasının karanlık tarafını temsil eder ve nihilizme yakın görüşleriyle Van Weyden’in ideallerini sorgular. Van Weyden ise ahlaki değerlerine ve idealizmine sıkı sıkıya bağlı bir karakterdir. Bu iki karakterin çatışması, romanın felsefi derinliğini oluşturur. Özellikle Larsen'in yaşamın anlamsızlığına dair görüşleri ve insanın kendisi için savaşmak zorunda olduğunu vurgulayan düşünceleri, kitap boyunca devam eden bir sorgulama ve tartışma alanı açar.

Roman boyunca Van Weyden, bu tehlikeli ve zorlu dünyada hayatta kalmayı öğrenir ve kendi içsel dönüşümünü yaşar. Bu dönüşüm, kitabın en önemli temalarından biridir; insanın doğayla, zorluklarla ve kendi sınırlarıyla yüzleştiğinde nasıl değişebileceğini gösterir.

London’ın deniz hayatını tasviri, romanı okurken adeta bir deniz macerası içindeymiş gibi hissettirir. Aynı zamanda, doğa karşısında insanın çaresizliği ve bireysel hayatta kalma mücadelesi temaları, London’ın yaşam felsefesinin de yansımalarıdır.

Sonuç olarak Deniz Kurdu, sadece bir macera romanı olmanın ötesinde, insan doğası üzerine derin bir felsefi sorgulama sunar. Güç, ahlak, varoluş ve insanın doğadaki yeri gibi evrensel temaları ele alan bu eser, okura düşünsel bir yolculuk da vaat eder.

6 Ekim 2024 Pazar


 "Kaplanın Laneti" (Tiger's Curse), Colleen Houck tarafından yazılan bir fantastik macera romanıdır. Kitap, Kelsey Hayes adında genç bir kızın, bir sirkte esir tutulan gizemli beyaz bir kaplanla tanışmasıyla başlar. Kelsey, kısa sürede bu kaplanın aslında yüzyıllar önce lanetlenmiş bir Hint prensi olduğunu öğrenir. Onu bu lanetten kurtarabilmek için Hindistan’a kadar uzanan tehlikeli ve büyülü bir yolculuğa çıkar.

Roman, macera, mitoloji, romantizm ve sihri bir araya getirir. Hikâye boyunca Kelsey, prens Ren ile bir bağ kurar ve bu bağ, hem mistik görevlerinde onlara yardımcı olur hem de aralarındaki duygusal gerilim artar.

Olumlu Yönleri:

  • Kitap, Hint mitolojisi ve egzotik mekanlarla dolu fantastik bir dünya yaratır.
  • Yazarın betimlemeleri, Hindistan’ın zengin kültürünü ve tarihini canlandırır.
  • Kelsey ve Ren arasındaki romantik ilişki, birçok okuyucunun ilgisini çeker.

Olumsuz Yönleri:

  • Bazı okuyucular, Kelsey karakterini fazla kararsız veya zayıf bulabilir.
  • Hikâyenin temposu zaman zaman yavaşlayabilir ve olaylar tahmin edilebilir hale gelebilir.

Genel olarak, "Kaplanın Laneti" büyülü bir macera arayan ve romantik unsurları seven okuyucular için keyifli bir kitap. Serinin devamı da mevcut, bu nedenle bu dünyaya daha fazla dalmak isteyenler için devam edecek maceralar var.

5 Ekim 2024 Cumartesi

 

Gözlerimi kapatıyorum. Kendi dünyamda kaybolmak istiyorum ama her kapattığımda, zihnimin derinliklerinde yüzlerce acı dolu hikâye canlanıyor. Bu hikâyeler, öyle bildik ki… Yüreğimde kapanmayan bir yara gibi. Kadınların ve çocukların sessizce yok olduğu o anları hatırlıyorum. Tek bir ses bile çıkarmadan, belki sadece bir nefes alıp verirken, bir hayat bir daha asla geri gelmemek üzere sona eriyor. Ve geride kalan sadece o boşluk, o derin sessizlik.

Bir kadını hatırlıyorum… Adını hiç öğrenemedim ama gözleri hâlâ aklımda. Küçük, yorgun elleriyle minik bir çocuğun saçlarını okşuyordu. Belki de son kez. Henüz çok gençti, belki benden bile genç. Ancak gözlerindeki o keder, onun yaşadıklarını açıkça anlatıyordu. Bir anneydi o, dünyanın en güçlü, en kırılgan varlığı. Ve o an, gücünden eser kalmamıştı.

Ona bakarken, kendi annemi düşündüm. Annemin elleri de aynı şekilde okşardı saçlarımı. O şefkat, dünyanın en güvenli yeri olurdu benim için. Peki ya o çocuk? O çocuğun hissettiği güvensizlik, korku, annesinin bile onu koruyamayacağını bilmek… Bu duyguyu hangi çocuk hak eder?

Bu kadınlar ve çocuklar sadece haberlerde gördüğümüz, hayatımızın bir köşesinde hızla akıp giden hikâyeler değil. Onlar, biziz. Benim annem, senin kardeşin, bizim çocuklarımız… Onların gözyaşları, bir yerlerde sessizce akarken, biz nasıl huzur içinde devam edebiliriz hayatımıza?

Ama asıl acı, bu olayların sadece uzakta bir yerlerde olmadığını bilmek. Bunlar, bizim dünyamızda yaşanıyor. Bizim mahallemizde, bizim sokaklarımızda. Savaşlar uzak değil. Bu acılar, kilometrelerce ötede değil. Onlar hepimizin hikâyesi. Hepimizin trajedisi. Sessiz kaldığımız her an, o kadınlar ve çocuklar yeniden ölüyor. Belki fiziksel olarak değil ama belleklerimizde bir kez daha siliniyorlar. Ve her sildikçe, bir parçamızı daha kaybediyoruz.

Ama belki de en acısı, bu trajedinin bir sonu yok gibi görünüyor. O kadınlar ve çocuklar, bir gün tekrar hayat bulabilir mi? Hayır, asla geri dönmeyecekler. Ama biz onların anısını yaşatabiliriz. Onların adına, daha iyi bir dünya kurmak için çalışabiliriz. Çünkü başka bir seçenek yok. Eğer bunu yapmazsak, insanlık adına kaybedeceğimiz çok şey var.

1 Ekim 2024 Salı


 Gözlerim, geçmişin yüküyle donuk,

Adımlarım, yol arayan şaşkın bir çocuk.
Zaman, sabırsızca geçip giderken,
Ben hâlâ bir düğümde, çözülmeyi bekleyen.
Umudun ipliği, zayıf ve ince,
Her dokunuşta kopacak gibi,
Ama bilirim ki, her kopuş,
Bir düğüm atmaya daha yakın.
Belki de en zor an,
Yolun ortasında durup,
Hangi yöne gideceğini bilememek,
Ama yine de, bir adım atmak zorunda olmak…