26 Ağustos 2025 Salı

Hümeyra Tuncer’in Düğüm’ü aslında tam da adının hakkını veriyor. Hikâyenin merkezinde Sidal var: geçmişinden büyük bir yara almış, annesini babasının şiddetiyle kaybetmiş, ruhunun bir kısmı ölmüş bir genç kadın. Onun hayatı sanki hep donmuş, ne ileri gidebilmiş ne de geri dönebilmiş.

Sonra Rüzgâr çıkıyor karşısına. Rüzgâr, soğuk, ketum, mesafeli ama aynı zamanda bir şekilde Sidal’ın boşluğuna denk düşen bir karakter. İkisinin karşılaşması, birbirinin hayatında hem bir bağ hem de bir kördüğüm haline geliyor. Kitap boyunca aslında bir aşk hikâyesi okuyoruz ama bu “hafif” bir aşk değil; travmaların, kırıkların, suskunlukların içinde filizlenen bir şey.

Benim gözümde Düğüm, sadece bir romantik kurgu değil, daha çok “insanın kendi geçmişiyle, kendi karanlığıyla nasıl bağ kurduğuna” dair bir roman. Sidal’ın yaşadığı travmayı okurken, karakterin içindeki kırılganlık çok gerçek geliyor. Rüzgâr ise adeta hem bir tehdit hem de bir şifa gibi—tam da hayatımıza bazen girmesinden korktuğumuz ama aynı zamanda ihtiyaç duyduğumuz insanlar gibi.

Yazarın dili şiirsel ama boğucu değil; özellikle bazı cümleler altını çizme isteği uyandırıyor. Benim en çok sevdiğim tarafı, kitabın okuyucuyu “karakterin ruh haline” çekmesi. Hatta öyle ki, bazı anlarda kendi hayatındaki yaralarını, geçmişteki o çözülemeyen düğümleri hatırlıyorsun.

Kitabın sonunda ise tatmin edici bir kapanıştan ziyade, daha çok merakta bırakan, “bu düğüm çözülecek mi, yoksa daha da mı sıkışacak?” sorusunu aklında bırakan bir his var. Bu da onu unutulmaz kılıyor.


👉 Kısacası, Düğüm bana göre; aşkı, travmayı ve yeniden doğma ihtimalini aynı potada eriten, biraz hüzünlü ama bir o kadar da içe dokunan bir kitap. Eğer kendi iç düğümlerini çözmeye çalışan bir dönemindeysen, çok kolay kendini Sidal’ın yanında buluyorsun.


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder