29 Eylül 2024 Pazar


"Küçük Ama Büyük Yalanlar" (Orijinal adı: Big Little Lies) - Liane Moriarty

Liane Moriarty’nin "Küçük Ama Büyük Yalanlar" adlı kitabı, sıradan gibi görünen ama derinlerde birçok sır ve karmaşa barındıran hayatları konu alan güçlü bir roman. Hikâye, Avustralya’daki bir sahil kasabasında yaşayan bir grup kadının hayatlarını ve aralarındaki karmaşık ilişkileri anlatıyor. Baş karakterler Madeline, Celeste ve Jane, dışarıdan mükemmel görünen ama kendi içinde birçok zorluk ve sır saklayan yaşamlarıyla dikkat çekiyor.

Kitap, mizah, dram ve gerilim unsurlarını bir araya getiriyor. Roman, farklı anlatım teknikleri kullanarak, olayları geri dönüşlerle ve çeşitli karakterlerin perspektifinden ele alıyor. Özellikle kadınlar arasındaki dostluk, aile içi şiddet, ebeveynlik ve sırların ağırlığı gibi temalar öne çıkıyor. Moriarty, okurlarına sadece bir cinayetin arka planını değil, aynı zamanda toplumun görünmeyen yüzünü de sunuyor.

Kitabın başarısındaki en önemli etkenlerden biri, karakterlerin derinlikli ve gerçekçi yazılmış olması. Her biri güçlü, zayıf, komik ve trajik yönleriyle, okurun kolayca empati kurabileceği ve bağlanabileceği karakterler haline geliyor. Moriarty, karakterlerin içsel çatışmalarını, sırlarını ve yalanlarını açığa çıkarırken gerilimi sürekli canlı tutmayı başarıyor.

Sonuç olarak, "Küçük Ama Büyük Yalanlar", insan ilişkilerinin karmaşıklığını ve sırların ortaya çıkmasının yaratacağı sonuçları güçlü bir dille ele alan etkileyici bir roman. Hem eğlenceli hem düşündürücü bir okuma deneyimi sunuyor. Ayrıca, HBO tarafından uyarlanan ve büyük ilgi gören dizi uyarlaması da kitabın popülaritesini daha da artırdı.

 

28 Eylül 2024 Cumartesi


 Zamanla aramda garip bir ilişki var. Bazen ona karşı bir yarış içindeyim, sanki her saniye, her saat beni yakalamaya çalışıyor. Diğer zamanlarda ise, onun sakinliğinde kayboluyorum, hiç acele etmeden, usul usul geçip giden anlara teslim oluyorum. Kendi içimde bu iki zıt duygunun arasında gidip geliyorum; bir yandan geç kalma korkusu, bir yandan her şeyin tam zamanında olacağına dair derin bir inanç.

Kimi günler, geçmişin gölgesinde yaşıyorum. Eski hatıralar gözümün önünde canlanıyor, o anlara geri dönme isteği içimi yakıyor. Zamanın geri alınamayacağını bilmek, kalbimde bir sızı bırakıyor. Ama bir yandan da, o anların beni ben yapan parçalar olduğunu anlıyorum. Her hatıra, her yaşanmışlık, bugünkü beni şekillendiren tuğlalardan biri.

Ve gelecek… İşte en çok onun hakkında düşünüyorum. Zamanla aramda bir anlaşma var sanki: Gelecek her ne getirirse getirsin, ben hazır olacağım. Korkularım, beklentilerim, hayallerim… Hepsi zamanın kollarına emanet. Onun beni nereye götüreceğini bilmiyorum ama tek bir şeyden eminim; her saniyeyi daha çok hissetmek, daha derin yaşamak istiyorum.

Belki zaman, en büyük öğretmenim. Bana sabrı, kabullenişi ve bırakmayı öğretiyor. Ama aynı zamanda, her anın içinde kaybolmadan, onu gerçekten yaşamam gerektiğini hatırlatıyor. Kimi zaman hızla akıyor, kimi zaman duraksıyor ama ben, onunla barışmayı öğreniyorum

Hannibal (2001) Official Trailer - Anthony Hopkins Movie HD

"Hannibal" filmini ilk izlediğimde, kendimi karışık duygular içinde bulmuştum. Anthony Hopkins'in muhteşem performansı her zamanki gibi büyüleyiciydi; adeta ekrana çivilenmiş gibi hissediyorsunuz. Hannibal Lecter, Hopkins’in performansında tam anlamıyla bir zarafet ve dehşet karışımı olarak karşımıza çıkıyor. Onun soğukkanlılığı ve zekası, rahatsız edici doğasıyla birlikte bir araya geldiğinde izleyiciyi hem tedirgin ediyor hem de garip bir biçimde çekici geliyor.

Ancak, Ridley Scott'ın bu devam filminde, "Kuzuların Sessizliği"ndeki gibi gerilim dolu, psikolojik bir savaş yerine daha fazla grotesk ve şoke edici sahneye odaklanıldığını hissettim. Özellikle beyin sahnesi gibi anlar beni biraz rahatsız etti, ama aynı zamanda bu tür filmlerin sınırları zorlaması gerektiğini de düşündüm. Beni bu sahnelerin ötesinde asıl etkileyen, filmdeki görsel estetik oldu. Özellikle Floransa’daki atmosfer ve mekanlar o kadar görkemliydi ki, film bir anda sanat eserine dönüştü.

Julianne Moore'un Clarice Starling olarak performansına gelince, yetenekli bir oyuncu olmasına rağmen Jodie Foster'ın yerini doldurması zordu. Foster’ın Starling’ine daha çok bağlanmıştım; onun naif ama kararlı karakteri, Lecter’la olan ilişkisini daha ilginç kılıyordu. Moore’un yorumu ise biraz daha soğuk ve mesafeliydi, bu da iki karakter arasındaki dinamiği biraz zayıflatmıştı.

Filmin genel tonunu biraz fazlasıyla şiddete dayalı bulduğumu söylemeliyim. İlk filmdeki gerilimi ve psikolojik oyunları özledim. Ancak, “Hannibal” bu türün meraklıları için farklı bir tat sunuyor; daha grotesk ve daha stilize bir deneyim. Lecter’ın hayranları için görsel bir şölen ama selefinin derinliğini bulmak zor.

Sonuçta, film benim için etkileyici ve karanlık bir masal gibi, ama ilk filmin o benzersiz psikolojik yoğunluğunu yakalayamıyor. Yine de Hopkins’in büyüleyici performansı ve Scott’ın yetkin yönetmenliği sayesinde, filmin kendine has bir cazibesi var.

22 Eylül 2024 Pazar

FIREBRAND | Official Trailer | In theaters June 14


2013 tarihli Queen's Gambit romanından uyarlanmış 2023 yılı filmlerinden bir tanesi. İstanbul Film festivalinde de gösterime girmiş olan Jude Law ve Alicia Vikander'in başrolleri paylaştığı  oldukça etkileyici performanslara sahip bir roman uyarlaması. 
Kral Henry VIII'nin altıncı ve son eşi Katherine Parr 'ı konu alan film iyi bir feminist dokuya sahip. Kralın ülke dışında sefer zamanı kral vekili olarak atanan Katherine , kralın dönüşü ile sıkıntılı günlerine dönüyor. Daha önceki eşlerini kendi emri ile öldüren Henry 'nin altıncı eşi olmak yeterince korkutucu iken varolan inançları ve elindeki güçle yapmak istediklerinden vazgeçmeyen bir kadının iradesini seyrediyorsunuz. Kralın gitgide artan rahatsızlığı ve paranoyaları karşısında kendi hayatı da riske giren Katherine hem bir krallığın hem de kendi hayatının kaderini belirleyecek zorlu bir sınav verir.
Gitgide kendi gücünü keşfeden bir kadının neleri başarabileceğinin güzel bir öyküsü.

İzlemenizi tavsiye ederim.,

18 Eylül 2024 Çarşamba


Kendi sorumluluklarını almak, insanın ruhuna işleyen derin bir kabulleniştir aslında. Bu dünyada var olmanın, yüreğine yüklenen sevinçlerin, acıların, başarıların ve hataların tümünün farkına varmaktır. Her insanın hayat yolculuğu farklıdır; fakat o yolda atılan her adım, yapılan her tercih kişinin kendi hikâyesine kazınır.

Hayat, bazen sert ve yorucu olabilir. Yüklerimiz ağır, yollarımız engebeli olduğunda, sorumluluklarımızdan kaçmak bir an için hafiflik sağlayacakmış gibi görünür. Ancak, aslolan kaçmak değil, bu yüklerin altına cesaretle girebilmektir. Çünkü kaçış, yalnızca geçici bir huzur sunar; sorumluluklarını kabul etmek ise kalıcı bir güç verir insana.

Kendi sorumluluklarını almak, kendinle dürüst bir yüzleşmedir aynı zamanda. Yanlışlarınla, doğrularınla, eksiklerinle barışmaktır. Bu, bir başkasını suçlamadan, şikâyet etmeden, yaşamın getirdiklerini sahiplenmektir. Bu kabullenme, derin bir özgürlük taşır içinde. Çünkü gerçek özgürlük, sorumluluğun bilincinde olmakla gelir. Kendi yükünü omuzladığında, o yük seni daha da güçlü kılar.

Hayatın her anında, aldığın nefesin bile bir sorumluluğu vardır. Kendi kararlarının ardında durduğunda, hatalarından öğrendiğinde ve bu yolda yürümeye devam ettiğinde, o zaman gerçekten kendin olursun. Yalnızca bir anı yaşamaktan çok, kendi hayatının anlamını yaratmak işte bu cesaretle mümkündür. Ve bu cesaret, ruhunda yankılanan bir huzurun, kalbinde filizlenen bir sevincin ta kendisidir.

 

17 Eylül 2024 Salı

Vefa

Bir duygudur, kalbin en derin yerinde saklanan ve zamanla kıymeti daha da artan. Vefa, yalnızca hatırlamak değildir; yaşanmışlıkların hakkını vermek, birine gönülden bağlanmak ve o bağın hiç kopmaması demektir. Herkes için kolaydır yeni bir başlangıç yapmak, ama vefalı olan, geçmişin değerini bilir. O, hiçbir zaman unutmaz, kimden ne gördüğünü, kimle ne paylaştığını, kimin yanında durduğunu...

Vefa, bir dostun en zor anında yanında olmak demektir. Belki aradan yıllar geçmiştir, belki yollar ayrı düşmüştür ama vefa, ne mesafeyle ne de zamanla silinip gider. Bir telefonun ucunda, bir hatırada ya da sessizce edilen bir dua da saklıdır vefa. Çünkü vefalı insan, verdiği sözleri kalbinin derinliklerine kazır.

Vefa, bazen bir tebessümde saklıdır. Birinin sana iyiliğini hatırladığında, ona gönlünün en temiz köşesinden bir teşekkür fısıldarsın. Bazen o teşekkür kelimelere dökülmez, ama içtenlikle hissedilir. Yüreğinde bir minnet yankılanır ve bunu karşındakine göstermek istersin. Çünkü bilirsin ki, hayat sana ne getirirse getirsin, seni sen yapan en büyük değerlerden biri vefadır.

Bazen vefa, çok geç kalmış bir özürdür. Birine haksızlık ettiğini anladığın an, o hatayı kabul etmek, gönül almak ve kaybolan güveni onarmaya çalışmaktır. Yıllar geçse bile, kalpten kopan bağları tekrar kurma çabasıdır. Çünkü vefa, insan olmanın, insan kalmanın bir gereğidir.

Vefa, yalnızca insanlara değil, anılara da duyulur. Bir zamanlar gülüp eğlendiğin, hüzünlendiğin, bir parçası olduğun her anıya saygı duymaktır. O anıların içinde yaşayan insanlara ya da anlara sahip çıkmaktır. Vefa, geçmişi unutmamak, o günleri kıymetli bilmek ve hayatını o hatıraların üstüne kurmaktır. Çünkü biliyorsun ki, geçmişinde var olan o insanlar ve yaşanmışlıklar seni sen yapmıştır.

Bir kalpte vefa varsa, o kalp hiç yalnız kalmaz. Vefa, bağları güçlü tutar, sevgiyi kalıcı kılar, hatıralara kıymet verir. En derin, en saf duygulardan biridir; sadakatin, sevginin ve saygının en güzel ifadesidir.

 

15 Eylül 2024 Pazar

THE LITTLE THINGS – Official Trailer

The Little Things (2021) John Lee Hancock'ın yazdığı ve yönettiği bir suç-gerilim filmidir. Film, başrollerinde Denzel Washington, Rami Malek ve Jared Leto gibi yıldız oyuncuların yer aldığı, bir dizi cinayet soruşturması etrafında dönen bir hikayeye sahip.
Film, Los Angeles'ta işlenen bir seri cinayet zincirini çözmeye çalışan iki dedektifin (Denzel Washington ve Rami Malek) hikayesini anlatıyor. Denzel Washington’ın canlandırdığı Deke karakteri, geçmişte çözmeye çalıştığı bir dava yüzünden mesleki ve kişisel olarak yaralar almış, deneyimli bir polis memurudur. Rami Malek ise daha genç ve yükselen bir yıldız olan Jim Baxter’ı oynuyor. Jared Leto ise şüpheli Albert Sparma rolünde gizemli ve rahatsız edici bir performans sergiliyor.
Filmin en çok övgü toplayan yönlerinden biri oyuncu performanslarıdır. Denzel Washington, her zamanki gibi güçlü ve etkileyici bir performans sergiliyor. Jared Leto, kendine özgü tarzıyla rahatsız edici ve gizemli bir karaktere hayat vererek öne çıkıyor. Rami Malek’in performansı da başarılı olsa da bazen diğer iki oyuncunun gölgesinde kalıyor.
The Little Things karışık eleştiriler aldı. Atmosferi ve oyunculuklar genel olarak beğenilse de, filmin temposu ve sonu bazı izleyiciler için hayal kırıklığı yarattı. Film, klasik bir polisiye gerilim havasında başlasa da, olay örgüsü ve gizem çözme süreci bazılarına göre yeterince tatmin edici değil.
Sonu ise tartışmalı. Beklenmedik bir şekilde net bir çözüm sunmayan ve izleyiciyi bazı sorularla baş başa bırakan final, sevenlerini ve sevmeyenlerini ikiye böldü.
Eğer gerilim ve suç türlerini seviyorsanız ve özellikle güçlü oyuncu kadrosu için izlemeyi düşünüyorsanız, The Little Things ilginizi çekebilir. Ancak, hikaye açısından çok fazla yenilik veya sürpriz sunmadığını bilmekte fayda var.

14 Eylül 2024 Cumartesi


Eski bir finansçının anı defteri

Part III.


Biz bankacıların ayrı bir dili vardır ...teknik terimler dışında ayrı bir dilimiz... hayatımız bankadır...hele de yaş küçükken başladın ise çalışmaya tüm çevren de bankacıdan oluşur.. blokeler, rehinler,krediler,mevduatlar , faizler..... bu liste uzar gider...temel de 2 ana öğe vardır satış ve operasyon ekibi( bir çok bankada bu isimler olsa da bazılarında değişiklik gösterebilir netice de görev aynı) basit anlatımda satış müşteriyi bulur , operasyon bilgi, belge ve riskini yönetir. kendi adıma söyleyim ki satış ekibimde ki arkadaşlarımdan olmayı hiç istemedim ( iyi ki de değildim) kışın yağmur çamurda , yazın allah ın sıcağında ...iki dirhem bir çekirdek , stiletto ayakkabıların keten elbisenle . ah o erkek arkadaşlarımız yine medeniyet yuları içinde takım elbisenin ağırlığıyla (pandemi sağolsun demek istiyorum burda..kıyafet serbestisi geldi de biraz rahatladılar) gez babam gez.

Yani anlayacağınız sizin gördüğünüz dünyamız ile bizim içinde yaşadığımız dünya çok farklıdır.Gün biter yatıp dinlenirsiniz bizim beyin çalışmaya devam eder. Çoookk uykudan fırlayıp o krediyi kapatmış mıydık dediğimiz olmuştur . Ya da el bilgisayarı kullanmaya devam eder uykuda..bunu da yanınızda uyuyan kişiden duyarsınız sabah. Bizim mesai saatlerimiz sanılanın aksine 7/24 dür. O sebeple hep derim ki kölelik 15.Yüzyıldan beri süregelen hayat tarzımızdır hele de özel sektör çalışanı isen.

Hala bu düzeni döndürmeye çalışan finansçı arkadaşlarıma

Saygıyla……………

 

13 Eylül 2024 Cuma

 Neyi tutsak elimizde kalıyor artık. Değer verdiğimiz, bizi biz yapan ne varsa, parmaklarımızın arasından kayıp gidiyor. Sevgi, güven, vicdan... Bir zamanlar içimizde güçlü olan bu duygular, şimdi cüzdanın içine sığdırılacak kadar küçüldü. İnsanların kalplerinde yankılanan vicdanın yerini, ceplerinde cılız bir hışırtıyla dönen paranın sesi aldı.

Vicdanı cüzdana endekslediğimiz gün, insanlık adına en büyük kaybımızı yaşadık. Bir zamanlar başkalarının acılarını paylaşırken, yardıma koşarken, şimdi önce maliyetini hesaplar olduk. Yardım ederken bile ne kazanacağımızı düşünür hale geldik. Merhamet gösterirken bile bir karşılık bekliyoruz artık; çünkü vicdan, çıkarın esiri oldu. Artık "ne kadar" sorusu her şeyin ölçütü. Bir hayat kurtarmanın değeri nedir? Bir tebessümün bedeli ne kadardır? İnsanın onuru, bir fiyat etiketiyle tartılmaya başlandığında, insanlık kaybolur.

Vicdanın cüzdana bağlandığı bu yeni dünya düzeninde, ahlaki değerler yerle bir oldu. Yalnızca kendimize, cebimize, menfaatlerimize yönelik bir yaşam inşa ettik. Dostluklar çıkar ilişkisine, yardımlar yatırım fırsatına dönüştü. Yoksullara bakarken vicdanımızı değil, maliyet hesaplarımızı çıkarır olduk. Gözlerimizi kapatıp başımızı öne eğmek yerine, hangi şekilde en az kayıpla geçiştiririz diye düşünür hale geldik. Oysa vicdan dediğimiz şey, kaybetmeyi göze almayı gerektirir. İnsan olmanın, başkalarının acısını hissedebilmenin bir bedeli vardır; ama bu bedel parayla ölçülemez.

Bugün neyi tutsak elimizde kalıyor çünkü değer verdiklerimizi, değer ölçütümüzü değiştirdik. Paranın hükmettiği bir dünyada, vicdanın sesi sustu. Yardımseverlik bir reklam aracına dönüştü, cömertlik bir gösteriş malzemesi oldu. Vicdan artık bir tercihten ibaret; oysa bir zamanlar vicdan, insan olmanın ayrılmaz bir parçasıydı.

Belki de yeniden hatırlamalıyız: Cüzdanımızı dolduran şeyler geçici, ama vicdanımızla verdiğimiz kararlar kalıcıdır. Maddi kazançlar bizi kısa süreli olarak tatmin edebilir, ama vicdanla yapılan iyilikler, insanı gerçek anlamda zenginleştirir. Vicdanı cüzdana endekslediğimiz gün, insan olmanın en derin anlamını kaybettik. Şimdi ise elimizde kalan sadece bir boşluk... ve belki de yeniden dolması için vicdanımızı hatırlama zamanı.

12 Eylül 2024 Perşembe

Toplumsal çöküş, gürültülü bir çığlıkla değil, fısıltılarla başlar. İnsanlar birbirine olan güvenini yavaş yavaş yitirir; adalet, gözümüzün önünde sessizce erir, ama kimse tam olarak ne zaman başladığını fark etmez. Komşular, eskiden birbirine umut ve dayanışma sunan dostlar, artık şüpheyle bakar, yabancılaşma yerleşir. Çöküş, görünmez ipliklerle dokunan bir ağ gibi, toplumu sarar ve içten içe çürütür.
Her gün biraz daha fazla ayrışırız, biraz daha uzaklaşırız birbirimizden. Eşitsizlikler derinleşir, zengin ile yoksul arasındaki uçurum artık aşılmaz bir hale gelir. Birilerinin refahı başkalarının yoksulluğu üzerine inşa edilirken, bu düzenin sürdürülemez olduğunu bilmemize rağmen sessiz kalırız. Yoksulluğun, açlığın ve çaresizliğin gölgesi genişlerken, gücünü kaybetmiş sesler adalet aramaktan vazgeçer. Artık hiçbir şey adil değildir; adaletin yerine çıkar ilişkileri, vicdanın yerine kayıtsızlık geçer. İhanetler küçük görünse de, toplumsal dokuyu parçalayan derin yaralar açar.
Ancak toplumsal çöküş yalnızca fiziksel ya da ekonomik bir yıkım değildir. En büyük kayıp, ruhsal olandır. Bir toplum, inancını ve umutlarını yitirdiğinde, asıl çöküş o zaman başlar. Karanlık ve ağır bir umutsuzluk, en savunmasızları, en sessizleri vurur ilk önce. Çocuklar, yaşlılar, zayıflar bu yıkımın altında en çok ezilenlerdir. Bu sessiz çöküşte en büyük trajedi, insanlığın özündeki merhametin kaybolmasıdır.
Biraz ahlak, biraz merhamet,biraz vicdan.........

 

9 Eylül 2024 Pazartesi

"Gecenin Kanatları", Juliette Cross

 

* Yeni nesiller kendilerini yasaklı cazibenin kollarına bırakırken Galadium Bölgesi'nde insanlar ve ejderha-insan melezi morgonlar arasındaki sınırlar günden güne bulanıklaşıyor.

*Morgonların en güçlü klanı Gecekanatların baştan çıkarıcı ve yakışıklı üç genci Lucius, Lorian ve Paxon.

*İnsan toplumunun önde gelen ailelerinden güzelleri güzeli üç yakın arkadaş Jessen, Sorcha ve Ella.

Moderb Romeo ve Juliet hikayesinde cesaret aşkı seçiyor.

Polisiyeden aşka kısa bir grçiş yapıp bu fantastik romanı okudum. Sabun köpüğü tabir ettiğim lezzette iyi bir kafa dağıtma hikayesi.

Tavsiye ederim....

8 Eylül 2024 Pazar


 Eski bir finansçının anı defteri ..

Part 2

.

bu hafta eğlenceli bir anı ile devam edelim istedim. tabi şu an anlatırken komik de o an hiç de öyle gelmiyor.

yine bankada gençlik zamanlarım...bir müşteri selamlama, müşteri karşılama olayı var ki oooo sormayın gitsin ....üstüste eğitimler, ardı arkası kesilmeyen dipnotlar...bila bila bila...sanırsınız 5 yaşında çocuğuz okumayı öğreneceğiz. konu önemli- müşteriyi özel hissettirin-....

bir müşteri iki müşteri derken çözdük olayı ... gülümse (olmazsa olmazımız) ... nazik ol... ifadeni yumuşat ...derken bankodaki kadın arkadaşıma bir genç delikanlı geldii çattııı. şöyle gülümsedi, böyle naif davrandı, ifadesini yumuşattı , teknik bilgiyi bir yemek sunar gibi özetledi...

ve müşteriden beklenmedik teklif pat diye geldi...

bir akşam yemeğe çıkabilir miyiz?....

arkadaş şok ...müşteri kendinden gayet emin...bu kadar ilgilendiniz bende sandım ki....

devamını anlatmaya gerek yok sanırım ...delikanlı amacına ulaşamadı ama ya yönetim ....

müşteri kendini özel hissetti mi ...çok çok özel hissetti...


NARİN İÇİN ADALET

 Bir çocuğun gülüşü, dünyanın en masum melodisidir. O gülüşte hayat vardır, umut vardır, sevgi vardır. Ama şimdi, o gülüş sonsuza dek sustu. 8 yaşındaki bir çocuk, daha dünyayı tanımaya başlamadan, bir çuvalın içinde hayatı elinden alındı. Küçük elleri, masum bakışları ve minik kalbi bu dünyaya sığamadı.

Bir çocuğu toprağa vermek, insanın ruhunu parçalayan en ağır yüklerden biridir. Hele ki o çocuğun bir dereye, bir çuvala hapsedilmiş halde bırakıldığını bilmek… Bu, insanlığın en karanlık yüzüyle karşılaşmak gibidir. O masum beden, korumasız ve savunmasız bir halde, acımasızca yaşamdan koparıldı. Oysa dünya onun oyun alanı, rüyaları gökyüzü kadar genişti. Şimdi ise o küçücük bedeni soğuk sulara terk edilmiş halde, insanlık vicdanının sularında boğuluyor.

Bir çocuk bu dünyaya umutla gelir. Daha yaşamının başında, gözlerinde hayatın bütün renklerini taşır. Ama birileri, o renkleri bir çuvalın içine kapattı, umutları bir derenin dibine bıraktı. Geriye sadece tarifsiz bir acı kaldı. Bu, sadece bir ailenin değil, tüm insanlığın yüreğine saplanan bir hançerdir. Her anne, her baba, her insan bu acıyı yüreğinde hisseder. Çünkü bir çocuğun öldürülmesi, sadece o çocuğun değil, hepimizin umutlarının da bir parçasının öldüğünü hatırlatır.

Bu masum can, en savunmasız anında bir vahşetin kurbanı oldu. Ona zarar veren eller, yalnızca o minik bedene değil, insanlığın vicdanına da dokundu. Ve şimdi hepimizin yüreğinde bir boşluk var. Sözler kifayetsiz, gözyaşları yetersiz. Çünkü bu masum can, daha hayatı tanımadan karanlığa gömüldü. Oysa onun dünyası aydınlık olmalıydı. Oyun oynadığı sokaklar, kahkahalarıyla yankılanmalıydı. Ama artık o kahkaha yok.

Bu kayıp karşısında sessiz kalmak mümkün değil. Bu dünyada, bir çocuğun daha hayatının böylesine acımasızca sona ermesine tanık olmak, hepimize insanlık görevimizi yeniden hatırlatmalı. Masumiyetin bu kadar kolay yok edilebildiği bir dünyada, sevgiyi, merhameti ve adaleti korumak için hepimizin sorumluluğu var.

Belki o minik beden bir çuvalda soğuk sulara bırakıldı, ama ruhu sonsuza dek bizimle olacak. O masum can, her birimizin vicdanında bir ışık yakacak; karanlıkların arasında kaybolmuş insanlığa bir hatırlatma, bir uyarı gibi parlayacak. Hiçbir çocuk böyle bir sonu hak etmez. Ve hiçbir vicdan, bu acıyı unutmamalı.

7 Eylül 2024 Cumartesi

Memoirs of a Geisha trailer Bir Geyşanın Anıları Fragman www.tekparcahdi...


Bir Geyşanın Anıları" (orijinal adıyla Memoirs of a Geisha), Arthur Golden’ın 1997'de yayımlanan aynı adlı romanından uyarlanan, 2005 yapımı bir filmdir. Film, Japonya'daki bir geyşanın hayatını merkeze alarak kültürel, romantik ve dramatik öğelerle bezenmiş zengin bir hikâye sunar. Yönetmen Rob Marshall, Japon kültürünü, geleneklerini ve geyşa yaşam tarzını görkemli bir şekilde sinemaya taşımış.

Hikaye ve Karakterler

Film, küçük bir balıkçı köyünde yoksul bir ailenin kızı olan Chiyo’nun, Kyoto'daki bir geyşa evine satılmasıyla başlar. Zamanla, Chiyo adını Sayuri olarak değiştirip yetenekli bir geyşa olur. Film, Sayuri'nin masumiyetini kaybetmesinden, zorluklarla dolu geyşa eğitimine, toplumun en güçlü erkeklerine hizmet eden bir sanatçıya dönüşmesine kadar olan yolculuğunu anlatır. Film boyunca Sayuri'nin kendi arzularını, aşkını ve hayatta kalma mücadelesini izleriz.

Başroldeki Zhang Ziyi, Sayuri'yi oynarken incelikli ve duygusal bir performans sergiler. Diğer önemli karakterler arasında, Sayuri'ye sıkıntılar yaşatan rakip geyşa Hatsumomo'yu oynayan Gong Li ve Sayuri'nin kalbini kazanan Başkan rolündeki Ken Watanabe yer alıyor. Bu karakterler arasındaki ilişkiler, hem geyşalık sanatının hem de Japonya’nın sosyal dinamiklerinin derinliklerine inmemizi sağlıyor.

Görsellik ve Sinematografi

Film, estetik açıdan son derece etkileyici. Japon kültürünün zarafeti, geyşaların el işçiliğiyle süslenmiş kimono ve makyajları, sakura çiçeklerinin altında geçen sahneler ve geleneksel Japon evleriyle birleşerek izleyiciye göz kamaştırıcı bir görsel şölen sunuyor. Yönetmen Rob Marshall, sinematografi ve prodüksiyon tasarımıyla Japonya’nın savaş öncesi dönemini canlandırmak için büyük bir özen göstermiş.

Müzik

Filmin müzikleri, ünlü besteci John Williams tarafından bestelenmiştir. Williams, Japon müzik unsurlarını ustaca kullanarak, filme hem dokunaklı hem de büyüleyici bir atmosfer katmıştır. Keman virtüözü Itzhak Perlman ve çellist Yo-Yo Ma’nın katkıları, filmin duygusal yoğunluğunu artıran müziklerle birleşiyor.

Eleştiriler

"Bir Geyşanın Anıları", özellikle görsel ve müzikal unsurlarıyla büyük övgü almış olsa da, bazı eleştirmenler filmde Japon karakterleri oynayan Çinli oyuncuların kullanılmasını eleştirmiştir. Ayrıca, hikayenin batılı bir bakış açısıyla anlatıldığı ve Japon kültürünü idealize ettiği yönünde de tartışmalar vardır. Ancak bu eleştirilere rağmen film, güçlü bir şekilde işlenen karakterler ve göz alıcı bir atmosferle kültürel bir yolculuk sunuyor.

Genel Yorum

"Bir Geyşanın Anıları", tarihsel bir dönem portresi olarak izleyiciye hem büyüleyici bir görsel deneyim hem de bir kadının hayatta kalma mücadelesini sunan duygusal bir anlatım sunuyor. Eğer Japon kültürüne, geleneklerine ve dramatik hikayelere ilgi duyuyorsanız, bu film sizi etkileyecek ve düşündürecek bir yapım olabilir.

6 Eylül 2024 Cuma

 Bir Günaydının Ardında Gizlenenler

Sabahın ilk ışıkları odanın perdelerinden içeri süzülürken, bir "günaydın" yankılanır odada. Sözler basit, gündelik; ama ardında saklanan duygular, bir dağ kadar derin ve karmaşık. Kim bilir, belki de bu tek kelime bir sevdanın başlangıcı, bir vedanın habercisi ya da içten bir özlemin fısıltısıdır.

Her günaydın, içinde söylenmeyenleri taşır. Belki o kelimenin ardında gece boyu uykusuz kalmış bir kalbin derin sızıları gizlidir. Göz kapaklarının altında dolaşan o tatlı gülümseme, bir başkasına duyulan hasreti örtmeye çalışır belki. Yorgun bir ruh, sabahın o ilk "günaydın"ında biraz olsun huzur bulur, sanki bütün karanlıkları geride bırakmak istermiş gibi.

Bazen günaydın, bir umut taşır. Karşındakiyle paylaştığın her yeni gün, belki de yeni bir başlangıçtır. Geçmişin ağırlığını ardında bırakıp, temiz bir sayfa açmanın anahtarıdır. Oysa çoğu zaman fark etmeyiz bu kadar büyük anlamları. Günaydın der geçeriz, sıradanlaşmış bir ritüel gibi gelir bize. Ama o kelimenin ardında ne hikayeler saklıdır, kimse bilmez.

Ve bazen… o kelimenin ardında derin bir yalnızlık vardır. O sabah da her zamanki gibi başlar, ama içinde bir boşluk yankılanır. O "günaydın" artık birine ulaşmıyordur; bir zamanlar var olan ama şimdi yitip gitmiş bir varlığın gölgesidir sadece. O boşluk, günün geri kalanında da peşinden gelir, her adımda sessizce yankılanır.

Her "günaydın", kalbimizin derinliklerinden gelen bir selamdır aslında. Dışarıda basit, ama içeride fırtınalar koparır. Bir gülüşün ardında gizlenen gözyaşları gibi…


Kitap, kelimelerin ötesinde, insan ruhunun en derin köşelerine dokunan bir büyüdür. Hayal gücünün kapılarını aralayan, bilmediğimiz diyarlara götüren ve kendi içsel dünyamızda yeni pencereler açan bir sihirdir. Bir kitap, sadece kâğıt ve mürekkepten ibaret değildir; onun sayfalarında evrenler saklıdır, düşünceler şekillenir ve duygular yeniden hayat bulur.

Kitap, zamanın ötesine geçer. Binlerce yıl önce yazılmış bir eser, bugün elimize aldığımızda bize geçmişin ruhunu getirir. Aynı zamanda geleceğe dair umutlar ve korkular barındırır. Bir an için kaybolmuş hissettiğinizde, bir kitap sizi alıp başka bir dünyaya götürebilir; orada kendinizi bulursunuz. İçinde kaybolduğunuz bir hikaye, aslında kendinizi keşfetmenize yardımcı olur.

Kitap, özgürlüktür. Gerçek dünyada kısıtlanmış hissedebiliriz, ama bir kitabın sayfaları arasında sınırsızca dolaşabiliriz. Yalnız bir odada otururken, aslında uzak kıtaları, yıldızlararası boşlukları ya da insanın iç dünyasının derinliklerini keşfedebiliriz. Kitaplar, dünyanın sınırlarını aşan, insanı sınırsız düşünmeye ve hissetmeye teşvik eden kapılardır.

Ayrıca kitap, zamansız bir dosttur. Bir kitabı elinize aldığınızda, onun sessizce sizi beklediğini hissedersiniz. Sayfalarını çevirdiğinizde, satırları sizi sarmalar; size yalnız olmadığınızı, başkalarının da aynı soruları sorduğunu ve benzer hisler yaşadığını hatırlatır.

Sonuç olarak, kitap, hayal gücünün, bilginin ve insan olmanın büyüsüdür. İnsanın ruhunu zenginleştirir, ona yeni dünyalar sunar ve kendi dünyasında anlam bulmasına yardımcı olur. Bir kitap, insanın hem en büyük yolculuğu hem de en derin kaçışıdır.

 

5 Eylül 2024 Perşembe


Hayatım hiç toz pembe olmadı. Bazen karanlık, bazen kasvetli; tıpkı herkesin hayatında olduğu gibi inişler ve çıkışlarla dolu. Ama her sabah, uyanır uyanmaz önümde duran bu gri tabloya bakıyorum ve kararımı veriyorum: Bugün bu tabloyu ben boyayacağım. Ellerimde ne varsa, kalbimde hangi umutlar yeşeriyorsa, o renkleri alıyorum ve yeni bir güne pembe dokunuşlar ekliyorum.

Sabahları, güne nasıl başladığımın hayatımın geri kalanını şekillendirdiğini biliyorum. Zorluklar var, aksilikler var, belki de içimdeki karamsarlıkla boğuşuyorum. Ama ben, bu gri tonları kaderim olarak kabul etmek yerine, onları kendi seçimimle boyamayı tercih ediyorum. Çünkü hayatıma anlam katmak benim elimde. Pembe, her şeyin mükemmel olduğu anlamına gelmiyor. Pembe, her şeyin daha iyi olacağına dair bir inanç, bir umut. Her gün kendime hatırlattığım bir cesaret.

Zorluklar, aksilikler, hayal kırıklıkları... Hepsi var, var olmaya da devam edecek. Ama ben o sabah kalktığımda, tüm bu karanlığa rağmen elimdeki fırçayla pembe çizgiler eklemeye devam edeceğim. Çünkü hayatı renkli kılmak, benim en büyük özgürlüğüm.


Polisiye ve aldatmacalı bir kurgu sever misiniz? 

Eğer cevabınız evet ise tam size biçilmiş kaftan bu kitap. Bir cinayet  hikayesi ile başlayıp arka arkaya defalarca şimdi çözüldü diyebileceğiniz onlarca farklı finale hazır olun.Sessiz Hasta kitabı ile tanıdığım yazara başka bir boyutta hayran olduğumu söylemeden edemem. Uzun zamandır bu kadar akıcı, rahat ve merakla okuduğum bir kitap olmamıştı diyebilirim. Kesinlikle ve kesinlikle ve hatta şiddetle tavsiye ederim.

Anlatım dili o kadar muhteşem ki; sanki bir masada ya da rahat bir koltukta birinin size anlattığı hikayeyi dinliyor ya da sinema filmi izliyor gibisiniz.

Kurgunun bir o kulvar bir bu kulvar geçişi sizi üst bir aldatmacaya sürüklese de anlatımdsaki sadeliğer hayran kalmamak elde değil.

Kısaca konusuna değenirsek;

Lana Farrar eski bir Hollywood yıldızı . Bir gün Londra' daki durgun hayatından ve iklimin kasvetli havasından sıkılıp kendisine ait olan Yunan adası Aura'ya arkadaşlarını davet eder.Cennet olarak adlandırabileceğimiz bu ada tamamen izole oluşu ile hem dikkat çekici hem de biraz korkutucu.Bu hafta sonu kaçamağında tüm kirli sepetinin ortaya döküleceğini kimse hesap etmiyordu. Acaba bu da bir kurmaca mıydı?

Ne okuduğunuza inanın ne de düşündüğünüze.........

keyifli okumalar dilerim

 


 Bazen, derin bir nefes aldığınızda, çevrenizdeki her şey yabancı gelir. Sanki ruhunuz, bu zamana, bu yere, bu hayata ait değilmiş gibi… Yaşam, bir rüyanın içindeymişsiniz de, bir başkasının hayatını sürdürüyormuşsunuz gibi hissedilir. Böyle anlarda, başka bir hayata ait olduğunuzu düşünmek kaçınılmazdır.

Hepimizin içinde kök salmış bu yabancı his, sadece basit bir huzursuzluk değildir. Bazen derinlerde bir yerlerde, çok daha farklı bir hayatın bizi çağırdığına inanırız. Belki başka bir şehirde, belki başka bir ülkede ya da bambaşka bir zaman diliminde olsak, daha anlamlı, daha gerçek bir hayat yaşayacakmışız gibi gelir. Sanki özümüz, şu anda yaşadığımız hayattan çok uzak bir yerde yankılanmaktadır.

Bu his, bazen çocukluktan gelir. Küçükken kurduğumuz hayaller, zamanla hayatın gerçekleriyle örtüşmez hale gelir. Ya da bir film izlerken, bir kitap okurken kendimizi o hikayenin içinde buluruz, karakterlerle özdeşleşiriz ve bir anlığına onların hayatına daha ait olduğumuzu düşünürüz. O hayali dünya, bizim gerçekliğimizden daha sıcak, daha anlamlıdır.

Fakat bu his, sadece hayallere ve geçmişe bağlı değildir. Modern yaşamın karmaşası, sürekli koşuşturma hali ve tatminsizlik de insanı farklı bir hayata özlem duymaya iter. Bazen her şeyin daha basit, daha anlamlı olduğu bir hayata kaçmak isteriz. Günlük rutinler, sorumluluklar ve baskılar arasında sıkışıp kaldığımızda, ruhumuzun bu düzenin dışına ait olduğunu düşünmek teselli edici olabilir.

Ancak başka bir hayata ait olduğunu hissetmek, sadece kaçış arzusu değildir. Bu his, belki de içsel bir rehberdir. Ruhumuz, gerçek özümüzün nerede olduğunu bize fısıldamaya çalışıyor olabilir. Bu, şu anki hayatımızı gözden geçirmemiz, içimize dönmemiz ve gerçekten ne istediğimizi bulmamız için bir işaret olabilir. Belki de ait olduğumuzu düşündüğümüz o farklı hayat, aslında şu anki yaşamımızın içinde saklıdır, sadece doğru yolda yürümemişizdir.

Bu his, bazen derin bir içsel arayışa dönüşebilir. Kendi benliğimizi keşfetmek, neyin bizi gerçekten tatmin edeceğini bulmak ve hayatımızı bu doğrultuda yeniden şekillendirmek, bu arayışın bir parçasıdır. Başka bir hayata ait olduğunu hissetmek, aslında kendi hayatımıza daha derin bir bağ kurmamıza vesile olabilir. Çünkü gerçekten kim olduğumuzu bulduğumuzda, o ait olduğumuzu düşündüğümüz farklı hayatın da bizim içimizde olduğunu fark ederiz.

Sonuçta, başka bir hayata ait olduğunu hissetmek, içsel bir uyanıştır. Bu his, bizi arayışa iten, kendi ruhumuzu keşfetmeye yönlendiren bir dürtüdür. Her ne kadar bu his zaman zaman bir boşluk yaratıyor gibi görünse de, aslında bizi doluluğa götüren bir kapıdır. Kendi hayatımızı daha anlamlı, daha gerçek kılmak için içimizdeki bu çağrıya kulak vermek, belki de en büyük yolculuktur.

4 Eylül 2024 Çarşamba

 

Sevgili İçimdeki Çocuk,

Sana yazmak için ne kadar geç kaldığımı fark ediyorum. Zamanın ellerimden kayıp gidişiyle beraber, seni de unuttuğumu düşünüyordum. Oysa sen hep oradaydın, kalbimin derinliklerinde sessizce bekliyordun. Belki biraz küsmüş, belki de bana olan güvenini yitirmiştin. Ama şimdi sana sesleniyorum, çünkü senin varlığın aslında beni ben yapan en değerli şeymiş.

Biliyor musun, büyümek sandığımdan daha zor oldu. Hayatın bana dayattığı sorumluluklar, kaygılar ve korkularla seni görmezden geldim. Hep güçlü olmam gerektiğini düşündüm, sert durmam, mücadele etmem gerektiğini… Ama ne zaman kendimi kaybolmuş hissetsem, içimde bir yerlerde senin masumiyetin ve neşen bana yol gösterdi.

Sen, oyun oynamanın değerini bilirdin. Dünyanın en basit anlarında bile mutlu olmayı başarırdın. Rüzgarın saçlarını savurduğu, gökyüzünün o sonsuz maviliğinde kaybolduğun anlar, belki de şimdiye kadar hissettiğim en saf mutluluklardı. Ne oldu da o saf sevince sırtımı döndüm, bilmiyorum. Belki de büyüdükçe unuttum, belki de başkalarının hayatında kaybolurken kendi içimdeki çocuğu susturdum.

Ama işte buradayım ve seni yeniden hatırlıyorum. Özlediğim masumiyet, korkusuzca hayal kurma yeteneği ve hayatın her anında var olan o sonsuz merakı. Sana ihtiyacım var; beni yeniden hayal etmeye, yeniden gülmeye ve yeniden saf bir şekilde yaşamaya çağırıyorsun. Çünkü sen olmadan, dünya çok daha renksiz, çok daha sessiz ve çok daha zorlu.

Beni affeder misin? Belki seni ihmal ettim, belki çok uzun zamandır adını bile anmadım. Ama şimdi seni geri istiyorum. Hayatın hızla akıp gittiği bu dünyada, senin o yavaş ve huzurlu adımlarına ihtiyacım var. Gülümsemek için sebepler yaratmana, en basit şeylerden bile sevinç çıkarmana. Çünkü biliyorum ki, seninle her şey daha kolay, daha güzel.

Lütfen bana geri dön. Yeniden o hayalperest gözlerle dünyaya bakmama izin ver. Kaybolmuş umutlarımı seninle bulmak istiyorum. Çünkü içimdeki çocuk, sen aslında hiçbir zaman gitmedin. Ve ben seni hiç kaybetmek istemiyorum.

Sevgiyle,
Büyümüş Halin

2 Eylül 2024 Pazartesi


 Lisa Gray’ın eserleri, benim için adeta bir akıl oyunları labirenti gibi. Her sayfasında, okuyucuya sadece bir gizem değil, aynı zamanda karakterlerin karmaşık psikolojik yapıları da sunuluyor. Jessica Shaw karakteri, bana güçlü ve bağımsız olmanın ne demek olduğunu hatırlatıyor. Kendi zayıflıklarıyla yüzleşen ama yine de mücadeleden vazgeçmeyen biri.

Gray’ın yazım tarzında en çok takdir ettiğim şey, hikayelerin öngörülemezliği. Bir dedektif hikayesinden daha fazlasını alıyorsunuz; insan doğasının karanlık köşelerine bir yolculuk yapıyorsunuz. Her bir detay dikkatlice işlenmiş ve bu, olay örgüsünü daha da zenginleştiriyor. Beni en çok etkileyen şey, hikayelerin sonunda sadece olayın çözülmesi değil, aynı zamanda karakterlerin bir şekilde gelişmiş ya da değişmiş olmaları.

Gray, okuyucusunu hiçbir zaman hafife almıyor. Beklenmedik dönüşlerle dolu hikayeler, zihinsel bir meydan okuma sunuyor ve bu da kitabı bitirdiğimde kendimi tatmin olmuş hissetmeme neden oluyor. Ama belki de en önemlisi, Gray’ın hikayelerinde bir tür karanlık umut var. Her şeyin çözülmediği, her karakterin tamamen iyileşmediği ama yine de bir ilerleme kaydedildiği bir umut. Bu bana, hayatın her zaman mükemmel olmadığı ama yine de devam etmeye değer olduğunu hatırlatıyor.

Gray’ın kitaplarını okurken, bir yazarın okuyucusunu nasıl derinden etkileyebileceğine bir kez daha tanıklık ediyorum. Onun dünyasında kaybolmak, benim için her zaman büyüleyici bir deneyim.

Kitap üzerine odaklanırsak da sevdiğim kalemin iyi yorum almış romanlarının en ünlüsü olsa da polisiye severlerin basit olarak tanımlayabileceği bir hikaye diyebilirim.

Beğenmedim mi kesinlikle hayır, tavsiye de ederim. Lakin çok keskin bir polisiye beklemeyin derim.

Keyifli okumalar.......

1 Eylül 2024 Pazar

 


Eski bir finans çalışanın anı defteri ;

Part 1;

Zordur finans sektöründe çalışmak , iyi bilirim , 27 yıl tozunu yuttum hem şube hem de gm koridorlarının..

O vitrinde gördüğünüz hem erkek hem kadın çalışanların bakımlı halleri sizi aldatmasın. Onlar makyajımızdı ..Görüneni parlatma , içteki ruhun çöküşünü belli etmeme olayı. Makyaj demişken bankaya girdiğim ilk yıllarda ki bir anımı anlatayım...Anı defterimizin ilk anısı bu olsun..

Gencim, içim kıpır kıpır...İlk şubem..Heyecanlıyım, herşeyi öğrenmek istiyorum, her detayı yakalamak istiyorum ..İstiyorum da ne mümkün bankacılıkta...Neyse konuya geleyim..

Bir arkadaşım var birlikte çalıştığım bende yaşça biraz büyük. Sabah birlikte işe geldik çünkü aynı mahallede otuyorduk.Eşiyle şehir dışında bir düğüne gidecekti , sabah gelir gelmez müdürden izin aldı.Lafı çok uzatmadan esas olaya gelelim. O gün ilerleyen saatlerde bir trafik kazası olduğu ve arkadaşımızın öldüğü haberi geldi. 

Yaşanan sürece hiç girmiyorum gerek yok . Yıllar geçse de silinmeyen bazı yaraların tekrar kanatılmasına hele hiç gerek yok.

3 gün geçti geçmedi ... hala iş devam tabi ki ..ve müdürüm benim yanıma gelip .. yakın olduğunuzu biliyorum ama ölen öldü kalan sağlar bizimle. Yüzüne gidip biraz renk verir misin ? dedi.

Ve ben makyajımı yapıp tekrar işime devam ettim.

Şimdi...... biz sanatçı değiliz ve halka mal olmuş insanlar gibi ...özel hayatta ne yaşanırsa yaşansın sahne kapanmaz mantığı mı gütmeliydik.

İş zaten devam ederken benim rimelim miydi konu? Ya da rujum ?

yorum yok....................

siz de var mı?

haydi finansçılar ... bu sektörün mazlumları yazın yorumlarınızı bana....

bu ilk yazımız devamı her hafta bloğumda olacak.......


Never Talk To Strangers Trailer 1995


"Asla Bir Yabancı ile Konuşma" (1995), psikolojik gerilim türünde bir film olup, internetin henüz yaygınlaşmaya başladığı bir dönemde, çevrimiçi dünyada tanımadığınız kişilerle kurulan ilişkilerin doğurabileceği tehlikeleri konu alıyor.Filmin başrolünde Antonio Banderas ve Rebecca De Mornay gibi ünlü oyuncular var.
Antonio Banderas ahhh çok severim.Rebecca De Mornay zaten gerilim filmlerinin unutulmaz sarışını..

Film, psikiyatrist Dr. Sarah Taylor (Rebecca De Mornay) ve gizemli bir yabancı olan Tony Ramirez (Antonio Banderas) arasındaki yoğun ve tehlikeli bir ilişkiyi merkezine alıyor. Sarah, kariyerinde başarılı ve bağımsız bir kadındır, ancak geçmişinde yaşadığı travmalar nedeniyle derin bir yalnızlık hissi taşımaktadır. Tony ile tanışması, hayatına bir heyecan getirir, ancak zamanla bu yeni tanıdığın göründüğü kadar masum olmadığını fark eder.

Film, karakterler arasındaki gerilimli etkileşimler ve beklenmedik olay örgüsüyle izleyiciyi içine çekiyor. Tony’nin kimliği ve niyetleri hakkındaki belirsizlik, filmin gerilim seviyesini sürekli yüksek tutuyor. Yönetmen Peter Hall, izleyiciyi tahmin edilemez bir hikaye akışıyla sürüklerken, aynı zamanda psikolojik bir gerilimi de başarılı bir şekilde işliyor.

"Asla Bir Yabancı ile Konuşma" (1995), özellikle internetin ve çevrimiçi tanışmaların henüz yeni yeni ortaya çıktığı bir dönemde izleyiciye, yabancılarla kurulan ilişkilerin karanlık yüzüne dair çarpıcı bir uyarı sunuyor. Film, sadece gerilim değil, aynı zamanda kişisel travmaların insan hayatını nasıl şekillendirebileceğine dair derin bir psikolojik inceleme de içeriyor. Eğer 90'lar gerilim filmlerini seviyorsanız, bu film kesinlikle listenizde olmalı.